Merakla beklenen ve büyük umutlar bağlanan Berlin Konferansı pazar günü gerçekleştirildi. Libya’da çatışan iki tarafı ve ilgili ülkelerin ve uluslararası örgütlerin temsilcilerini bir araya getiren toplantı, 55 maddelik bir bildiri ile son buldu. Bildiride ateşkesin sağlanması ve Libya’daki tüm askerî faaliyetlerin sona erdirilmesi gibi hususlara yer verilmiş olması Libya’da barış ve istikrar ihtimalini güçlendirmiş olsa da kalıcı çözüm için çok umutlanmamıza yetecek emarelerin varlığından bahsetmek zor görünüyor.

Libya’da “Arap Baharı” ile başlayan hareketlenmeler, Kaddafi’nin devrilmesiyle birlikte iç savaşı tetiklemiş ve ülke adeta bir kabileler savaşının içine düşmüştü. Yaklaşık dokuz yıldır devam eden süreç, Halife Hafter isimli isyan liderinin son bir yıldır kontrol ettiği alanı genişletmesiyle daha kritik ve görünür bir hal almıştı. Ülkenin gidişatı, iç savaşın sona ermeyeceğine ve akan kanın durmayacağına işaret ediyordu. Birleşmiş Milletler, Halife Hafter’in katliamlarına seyirci kalırken, Berlin’de buluşan ülkelerin bazıları, Hafter’in insanlık suçlarına yardım ederek onun günahını paylaşıyordu.

2019’un son aylarında yaşanan iki önemli gelişme, Libya’daki süreci derinden etkiledi ve hafta sonu gerçekleştirilen toplantının önünü açtı. Bunlardan ilki, Rusya lideri Putin’e yakınlığı ile bilinen Wagner Grup’un Eylül 2019’da Libya’ya yüzlerce paralı asker göndermeye başlamasıydı. Trablus’u ele geçirip, meşru hükümeti yıkmaya çalışan Hafter’in safına geçip Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) karşı silahlı mücadele veren paralı askerler resmiyette Rus askeri olmasalar da Hafter’in Rusya tarafından desteklendiği böylelikle ortaya çıkmıştı. Rusya’dan gelen bu destek, Hafter’in elini güçlendirmiş ve dengeyi UMH’nin aleyhine olacak şekilde değiştirmişti.

İkinci ve belki daha da önemli gelişme ise, Türkiye’nin UMH’yi desteklemek ve aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki hayatî çıkarlarını korumak için Libya ile iki mutabakata imza atmasıydı. Türkiye, son derece stratejik bir adım atarak, Libya ve Akdeniz’deki dengeleri kayda değer şekilde sarstı. Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı ise o zamana kadar Libya’yı uzaktan izleyen tüm kesimleri adım atmaya zorladı. Türkiye’nin sahaya inmesi, katliamlara seyirci kalanları “bir an önce siyasî çözüm bulalım, savaşı sona erdirelim” deme noktasına getirdi.

Türkiye ve Rusya’nın aracılığıyla 12 Ocak’ta ateşkes konusunda bir mutabakata varılması ise tüm ülkeleri “kontrolü Ankara ve Moskova’ya kaptırıyoruz” endişesine sevk etti. Apar topar Berlin’de bir araya gelen 12 ülke ve 4 uluslararası örgüt, BM Güvenlik Konseyi’ni öne çıkaracak bir yapının kontrolü ele alması konusunda uzlaştı. Bu hamle ile Libya’nın kaderi bir iki ülkenin değil, uluslararası toplumun eline bakar hale geldi.

Türkiye açısından önemli olanın, Libya’da çözümün hangi süreç ve araçlarla sağlanacağı değil bunun sağlanıp sağlanamayacağı olduğu için, Berlin Konferansı olumlu yönde bir adım olarak görülebilir. Ancak, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde yer almaması, bundan sonraki süreçte Türkiye’nin Libya üzerindeki etkisinin çok sınırlı kalması anlamına gelebilir.

Türkiye’nin sahada olmadığında tüm uluslararası kamuoyunun iç savaşı uzaktan seyrettiği ve BM’nin şimdiye dek sorunun çözümünde elle tutulur bir katkı sağlamadığı hatırlanırsa, Libya’daki kargaşanın bir süre daha devam edeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Berlin sonrasındaki süreçte Türkiyesiz, Libya’da çözüm olur mu, olursa bu kime ne getirir sorularını sıkça duyacağız.