Tıp doktorlarının beyni tıbbi amaçlarla incelemesiyle gelinen nokta, kör bir insanın fili kuyruğuna dokunarak tanımasından çok daha geride. Mühendisler ise bugün elimizdeki bilgisayarlarla beyni karşılaştırınca sadece acizlik hissi ile karşılaşıyor. Tüm bunlar, bilim dünyasında farklı disiplinlerde beyne duyulan merakı daha da arttırıyor.

Beyni nasıl anlıyoruz? Tıpta hastalıkları anlamak için kullanılan çeşitli beyin görüntüleme yöntemleri mevcut. Bu yöntemlerde beynin haritalanması ve anomalilerin (örneğin tümörler) makro seviyede anlaşılması için kesityazar (tomografi) ve manyetik rezonans (MR) teknikleri kullanılıyor. Kesityazarda X ışınları ile yani radyasyonla bir görüntüleme yapılırken, MR’da manyetik alanda radyo dalgaları ile görüntüleme yapılır.

Bu iki yöntem yapısal inceleme yaparken, beynin çalışma esnasındaki etki ve tepkilerinin ölçümlerini ise işlevsel görüntüleme yöntemleri ile yapılıyor. EEG Elektroensefalografi ile onlarca küçük sensör elektrod kafa derisine yerleştirilir ve görüntüleme sırasındaki göz açma kapama, ışığa tepkiler, nefes alıp verme gibi işlevler sırasında beynin bölgesel elektriksel değişimleri kayıt edilir. MEG magnetoensefelografi ve MSI manyetik kaynak görüntüleme ise manyetik alan değişimlerini ölçen hassas işlevsel görüntüleme teknikleri. PET radyoaktif enerji ile aykırılık tespit yaparken, işlevsel MR (fMRI) ise çeşitli işlevleri gerçekleştirirken kan moleküllerinin akımı ve oksitlenme ölçümü üzerinden beynin değişimini görüntüler.

Bugün birçok teşhisin konması için bu yöntemler sıklıkla kullanılıyor, kaynağı şu ana kadar net anlaşılamayan hastalıklar da daha anlaşılır hale geliyor. Örneğin tümörlerin tespiti, epilepsi, alzheimer, parkinson, ALS, felçler ve birçok hastalığın tanısı ve anlaşılması, yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve izlenmesi için teknoloji sıklıkla kullanılıyor. Yine bu yöntemler dil becerisi, sanat becerileri, mesleki yatkınlıklar ile beyin yapısının ilişkisinin ortaya çıkarılması için akademik çalışmalarda kullanılıyor.

Ayrıca yine EEG gibi yöntemlerle toplanan beyin tepkilerinin, makine öğrenmesi, yapay sinir ağları, yapay zekâ ve ilişkili kavramlarla çalışılması sonucunda beynin hangi eylemde nasıl bir durum değişimi geçirdiğini anlamaya çalışmak mümkün.

Bu yöntemlerin bir ilerisi de beyinle kontrol. Bunun bir ilerisi de beynin kontrolü. Bu başlıklar geçmişte CIA’in MKUltra gibi komplo teorilerine de konu olmuştu. Hatta daha sonra ifşa edilen belgeler, bu projelerin gerçekten yürütüldüğünü de ortaya çıkarmıştı.

Bugün sivil alanda beyin ile iletişim, “beyin bilgisayar arabirimleri” (BBA/BCI) ismiyle birçok projede çalışılıyor. Bundan on yıllarca önceki deneylerde dahi elektrodlar takılı denekler bilgisayarlara basit ileri geri mesajlarını verebiliyordu. Bugün beyin ile kontrol projeleri üzerinde neredeyse ticari seviyede çalışılıyor. Kol ve benzeri yapay robotik uzuvların beyinle kontrolü bunlardan birisi… Kafaya monte edilecek bir BBA ile robotik kolu ya da bacağı hareket ettirmek mümkün. Başka bir örnek de ses telleri zarar görmüş hastaların beyin ve ağız hareketlerinin bütünleşik olarak algılanmasıyla bilgisayar sentezli konuşabilmesi.

Askeri alanda ise çeşitli araç ve silahların beyin ile kontrolü için projeler yürütülüyor. Örneğin yalnızca beyin gücüyle yani bir nevi düşünce gücüyle uçurulabilen insansız hava araçları. Asker vücuduna giyilebilen, ek güç, aktivite ve sağlamlık sağlayan robocop benzeri robotik kıyafetlerin beyin ile yönetilmesi.

Bunların bir ilerisi dediğim üzere beyne veri iletilmesi, yani çift yönlü iletişim. Kişinin kaybettiği bir duyusunu örneğin koku alma duyusunu simüle eden bir cihazın beyne sinyal iletebilmesi, kişinin gözüyle görmediği bir resmin ya da duymadığı bir sesin, görmüş duymuşçasına beyne algılatılması ve hatta beyinden beyine bilgi aktarımı!

Bu çalışmaların ucu bucağı nereye gider, kestirmek kolay değil. Ancak beyne kapı araladığımız bu yazı dizisinde, insanlığın faydasına neler bulabilirizi anlarken, bir yandan da dünyanın sonunu getirmekten nasıl uzak durabiliriz, bunları irdeleyeceğiz.