Tarım sektörü, ekonomik büyüme ve kalkınma açısından taşıdığı stratejik önem nedeniyle hemen her ülkede devlet tarafından desteklenir. Ülke nüfusunun beslenmesi, millî gelire ve istihdama katkı, sanayi sektörünün ham madde ihtiyacını karşılama, ihracata doğrudan ve dolaylı katkı vb. nedenlerden dolayı tarım vazgeçilmez stratejik bir sektördür. Tüm dünyada tarım ve gıda sektörü iklim krizi, tarım alanlarının kaybı ile üretimde görülen azalma, tedarik zinciri sorunları ve etkisini hala gösteren COVID-19 salgını gibi çok sayıda faktörden olumsuz etkilenirken, maalesef ülkemizde bu konuda bir istisna değildir. Bir yandan bugün gıda da dışa bağımlılıkla karşı karşıya kalınması diğer yandan Türk Lirası’nın değer kaybetmesi tarımsal üretimi daha da zorlaştırarak gıda güvencesini giderek tehlikeli bir boyuta taşıyacakmış gibi görünüyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, buğday üretimi 2015’te 22 milyon; 2020’de ise 20 milyon 500 bin; 2021 yılında ise 17 milyon 650 bin tondu. Bu rakamlar yaklaşık son 20 yılda 20 milyon ton civarında seyrederken; nüfus 2008’den beri 70 milyondan en az 84 milyona çıktı. Yine aynı dönemde buğday ithalatı yapılıyordu ama ihracat (un veya makarna olarak) ithalattan daha yüksekti. 2022’de ülkemizde buğday üretim miktarı 19 milyon ton olarak öngörülüyor. Bu yıl ve bu gidişata göre gelecek yıl da (tarımsal girdilerin fiyatları göz önünde alındığında) net buğday ithalatına ihtiyaç duyulacak gibi. Yani, yıllardan beri duyduğumuz “Kendi buğdayımızı dahi yurt dışından temin etmek durumunda kalıyoruz.” tezi maalesef gerçekleşecek gibi görünüyor.

Ülkemizde tarım sektörü büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın bu potansiyelin yeterince kullanılamaması her zaman tartışılmıştır. Öyle ki bir tarım ülkesi olarak bilinen ülkemizin son zamanlarda yaptığı tarımsal ithalat, ülke ekonomisi için önemli gider kalemlerinden biri hâline gelmiştir. Tarım sektörünün ekonomiye getirdiği mali yük ülke adına ciddi bir ekonomik kayba sebep olurken bu alanda yaşanan sorunlara çözüm üretilmesi konusunda Tarım Bakanlığı nezdinde hükümete büyük sorumluluklar düşmektedir.

Ülkemiz tarım politikalarının nihai hedefine bakıldığında; artan nüfusun gıda ihtiyacının karşılanması, üretimin ve verimin artırılması, tarımsal ürünlerde kendine yeterlik düzeyinin yükseltilmesi, tarım gelirlerinin artırılması ve sağlanan gelire süreklilik kazandırılması, tarım ürünleri ihracatının artırılması, kırsal kesimin kalkınması ve tarımda yeni teknolojilerin kullanılmasının sağlanması olduğu görülmektedir. Ancak belirlenen bu hedeflere karşın ülke olarak tarım sektöründe geldiğimiz nokta ciddi bir öz eleştiriyi gerekli kılmaktadır.

YAŞANAN EKONOMİK DÖNÜŞÜMLER VE ÜLKEMİZ TARIMINA ETKİSİ

Dünyada yaşanan ekonomik dönüşümler, özelleştirmeler, yerel ekonomik koşullar, yanlış politikalar gibi nedenlerin yanı sıra tarım sektöründe oluşan fiyat dalgalanmaları, arz talep dengesinde yaşanan ve hem üreticiyi hem de tüketiciyi olumsuz etkileyen gelişmeler, ekonomik krizler ve devalüasyon sonucu oluşan dalgalanmalar, gübre, mazot ve diğer tarım ürünlerindeki fiyat artışları, tarımsal üretimi etkilemektedir. Söz konusu gelişmeler ve akabinde oluşan süreç, ülkemizin tarım politikalarına da etki etmekte ve hükümet bu dalgalanmalar karşısında ithalat ve tanzim satış gibi hem geçici hem de problemin temeline inmeyen, kırsal kesimde yaşayan kesimin ve çiftçilerin temel sorunlarını çözmekten uzak tali yöntemlere yer yer başvurmuştur.

TARIM ÜRÜNLERİNDE İTHALAT SERÜVENİ

Cumhuriyetin ilk yıllarında “milletin efendisi” gözüyle bakılan köylü ve desteklenen tarım sektörü, sonraki dönemlerde bu desteği önemli oranda yitirmiştir. 1950-1960 yılları arasında liberal ekonomi yaklaşımları benimsenmiş olmakla birlikte, tarıma dönük devlet desteği ve korumacılık devam etmiş, ancak 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte destekleme alımı kapsamına alınan tarımsal ürünlerin sayısı azaltılmış, sonrasında Kemal Derviş yönetiminde 1999 yılında IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde tarımsal ürünlerin devlet alımlarına son verilmiş ve tarım ürünlerinde ithalat serüveni başlamıştır.

Ülkemizde özellikle son çeyrek asırda tarım sektörü dış ticaret açısından büyük kayba uğramıştır. Buna karşın 25 Nisan 2006 tarihinde yasalaşan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nda, tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak toplam kaynağın gayrisafi millî hasılanın (GSMH) yüzde 1’inden az olamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu noktada tarım için ayrılan bütçenin nasıl kullanıldığının tespiti ve ölçümlenmesi ayrıca önemlidir.

Bu arka plan çerçevesinde hükümetlerin öncelikli hedefleri arasında; yerli çiftçinin korunması, ülke aleyhine olan politik hususların, tavizlerin engellenmesi ve üretimin teşvik edilmesi konuları öncelikli gündem maddelerini oluşturmalıdır. Tarımsal desteklerin doğru yerlere yapılması, desteklemelerin etki analizlerinin yapılması ve bu bağlamda şeffaflık ve verimlilik esasına göre hareket edilmesi en kritik meseledir.

Son Söz: Ülkemizde tarım politikalarından resmî olarak söz edilen en önemli belge, beş yıllık kalkınma planlarıdır. Ancak bu beş yıllık planlarda yazılanlar çoğu zaman hayata geçirilememekte, sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır. Ülkemiz, kendi yapısal ve işlevsel sorunlarını çözüme kavuşturmadan, tarımsal yapısını ve politikalarını AB ortak tarım politikalarına uyum sağlayacak şekilde entegre etmeye çalışmaktan vazgeçmelidir.