Ağzı olan konuşuyor…

Televizyon programlarında konu tarımsa ve konusunda uzman kişi yoksa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlarla tartışma ve konuşmalara başlanınca uzaktan kumanda aletiyle ancak sessizliği sağlayabiliyorsunuz. Hızlı ve riskli bir iş. Çünkü hızlı hareket etmezseniz, konuşmanın bir bölümünü mecburen dinlemek zorunda kalabiliyorsunuz.

Ağzı olan konuşuyor, beyni olan da kullansın artık! Demekten tutamıyor insan kendini…

Malumunuz Wuhan kentinde 12 Aralık’ta ortaya çıkan ve Avrupa başta olmak üzere dünyayı felç eden yeni tip koronavirüs salgınıyla beraber ülkemizde Sağlık Bakanlığı kadar Tarım Bakanlığı da önemli bir işleve sahip hale geldi. Bu süreçte; Kovid-19 salgınından korunmanın tıbbi yöntemler dışındaki en önemli etkenlerinden ikisi, her insanın temiz ve sağlıklı su ile gıdaya ulaşması oldu. Salgının durağan hale gelip, hayatımızın normal seyrine devam etmesiyle beraber tarım daha çok ön plana çıktı, daha çok gündeme geldi ve bundan sonraki süreçte de her zaman gündemde olacaktır.

Ancak söz konusu tarım olunca tarım hakkında bilen de konuşuyor, bilmeyen de!

Ekranlara bir bakıyorum herkes tarım uzmanı olmuş kardeşim. Öyle saçma sapan yorumlar yapılıyor ki, insanların aklını karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor maalesef. Ülkemiz tarımı bitti, her şeyimizi ithal ediyoruz, dışarıya bağımlı hale geldik. İl ve ilçe tarımların kapılarına kilit vurduk. Çiftçilik öldü, çiftçiler perişan, traktörüyle beraber bütün alet ekipmanlarını sattı, şehir yollarına düştü, göç ediyorlar sanırsın. Adamların ne sahadan ne de çiftçiden haberi var. Bakanlığın, Araştırma Enstitülerinin çalışmalarından bihaber yaşıyorlar.

Hele bazıları var ki sanırsın çiftçi ile omuz omuza vermiş, çiftçilerin derdi ile dertleniyor. Bu insanların derdi hiçbir zaman çiftçi olmadı, ülkemiz tarımı olmadı. Şimdi çiftçi üzerinden Tarım Bakanlarına saldırıyorlar. Kusura bakmayın, çiftçilerin Tarım Bakanları ile bir sorunu yok. Sizin saf olarak düşünüp, istediğiniz gibi istediğiniz zamanda kullanacağınız o çiftçi modeli de öldü. Bilginiz olsun, artık yeni çiftçi modeli, çiftçiyi saf görenlerle değil; çiftçiyle saf tutanlarla beraber…

Bazı kesimler Sayın Faruk Çelik ve sonrası bakanların başarısız olduklarını ve başarısızlığı meslek durumları ve çiftçi üzerindeki etkiye dayandırmaya çalışıyor. Açık ve net olalım. Görev yapan 49 bakanın mesleklerine ve çalışma alanlarına baktığımızda; hukuk, maliye, işletme, mülkiye, gazeteci, iktisatçı, avukat, mimar, veteriner ve doktor… Özetle 49 bakandan sadece 9’u ziraat kökenli olup, diğerleri farklı meslek gruplarındandır. Çiftçi ekmeğinin, aşının, toprağa attığı tohumunun, ahırındaki sarı kızın süt veriminin, harmana öderim diye veresiye aldığı tarım girdilerini nasıl ödeyeceğinin derdinde, tekrar anlatmama gerek yok.

Böyle düşüncelerinizle çiftçiyi kalkan olarak kullanmayalım. Samimi ve dürüst olalım, size göre bakanların başarılı olması menfaat musluğunun debisiyle alakalı, menfaat musluğu yeterli basınçta ve debide akıyorsa sorun yok, bakanlar çok başarılı! Çiftçi kimin umurunda? Ama musluklar kısılınca veya tamamen kapatılınca size göre bakanlar başarısız…

Tarım Bakanlığı büyük bir aile, içinde barındırdığı genel müdürlükler nicelik bakımından ayrı birer bakanlık durumundadır. Problemler olabilir, olması da normaldir. Yalnız bu problemlerin sorumlusu olarak birkaç bakanı göstermek doğru değildir. Bu problemler kronikleşmiş problemlerdir.

Neden sapla samanı birbirine karıştırıyoruz?

Neden bize ters düşecek, menfaatlerimizi incitecek gerçeklere kapatıyoruz gözlerimizi?

Neden gerçekleri görerek, takdir ve teşekkür etmesini bilmiyoruz?

Tarım ne bir iş, ne bir meslek, ne de bir sektördür. Tarım bir sanattır. Ziraat mühendisleri ve çiftçiler, toprağı işleyen sanatkârlardır. Tarımda her şey bir zincirin halkaları gibidir. Üretim güvenden geçer. Güvenin yolu istikrardan, istikrarın yolu da tarım penceresine farklı siyasetten bakmaktan geçer.

Tarım Bakanlığı, dünyanın en büyük 18’inci ekonomisine sahip olan ülkemizin dayanağı, bel kemiğidir. Tarımla ilgili konuşmalarımızda, konusunda uzman olsak dâhi dikkat etmeliyiz.

Mevlana’ya sormuşlar o kadar yazarsın, o kadar okursun ne bilirsin? Mevlana şu yanıtı verir:

Haddimi bilirim.

Önce haddini bileceksin, ondan sonra konuşacaksın kardeşim…

SULARI BİLE GÜLDÜRDÜNÜZ FATİH BEY…

Tarımda yapılan yenilikler ve yeni metotların kullanımı her zaman beni heyecanlandırmıştır. Algoritmik modeller ve benzer modeller kurarak ekolojik esneklik ve çeşitliliği arttırmak için görsel yayınlar çok önemlidir. Ben de bu yayınları önemser, not tutarak izlerim. Televizyon programında Teke Tek Bilim gündeminin tarım olduğunu görünce sessizliği sağlayabilmek için acele etmedim, bu defa biraz ağırdan alıp programın tamamını izledim.

Gazeteciliğe spor muhabirliğinden başlayarak yükselen Fatih Altaylı Bey’le, yine kendini tarım yazarı olarak tanıtan Ali Ekber Yıldırım Bey, ikisi de gazeteciler…

Bir süre izledikten sonra, Fatih Bey almış yaverlerini karşısına tarım programı yapıyor diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü gazeteci bu beyler, programda ülkemiz tarımının genetik haritasını çıkarıp, ziraat mühendisleri ile çiftçilere akıl veriyordu benim ülkemde.

Bilen bilmeyen herkes tarımı konuşuyor!

Programda iki firma temsilcisi ürünlerini pazarlamak derdiyle çırpınıp dururken, diğer yandan Ali Ekber Bey klasiğini hiç bozmadan, yine aynı kelimelerle kurulmuş bilindik cümlelerini tekrarlıyor da tekrarlıyor. Programda kim ne aldı, kim ne sattı belirsiz. Tamamen zaman israfı ve bilgi kirliliği. Bu program bence insanların aklını karıştırmaktan başka bir şeye yaramadı maalesef. Tarımın konuşulduğu bu programla ilgili Falih Rıfkı Atay’ın bir anısı geliyor aklıma, Falih Rıfkı Atay anlatıyor:

‘’Çiftlik işleri iyi gitmiyordu. Atatürk ömrünü pek kıt kanaat geçirmiş olduğundan, para kaybetmesini pek sevmezdi. Alacakaranlıkta bir aralık köşkün önündeki havuzun fıskiyesini açmışlardı. Hiç de zevkli olmayan müdür, havuzun içine renkli ampuller koydurmuş oluğundan, mavili, kırmızılı, yeşilli bir su yelpazesi açılmaya başladı. Atatürk: Müdüre, “sen çiftçi misin? Hayır. Ziraat mi okudun? Hayır. Babadan mı gördün? Hayır. İşte böyle bilmediği şeylere karışanlara sular bile güler, demişti.”

Sevgili Fatih Bey, neyin peşindesiniz ki suları dahi güldürmektesiniz?

Amacınız üzüm yemekse, Tarım Bakanlığının çok güzel bağları var. Bu bağda en az 3000 doktoralı ziraat mühendisi veya veteriner hekim (bunlardan en az 500’ü yurt dışı doktoralı) var. Yine 400’ den fazla doçent unvanlı elemanı var. Bu bağdaki değişik tatları hiçbir yerde bulamazsınız. Yok, amacınız bağcıyı dövmekse, bağ da bizim bağcı da! Anlayacağınız, üretimin her aşamasında bizler varız, görevimizin başındayız…

Program boyunca anlatılanlar; dijital tarım, uydu görüntüleri, TARBİL projesi ve turunçgiller… Tarım bu kavramlardan ibaret değil Fatih Bey!

Tarım; toprak, su, gübre, tohum, hava, bitki cinsleri ve bunlarla ilgili pek çok bilinmeyenin çözümü ve çok bilinmeyenli denklemlerden oluşan zor bir mühendislik işidir.

Sevgili Fatih Bey, programınıza telefonla bağlanmanın hoş olmadığı kadar ülke tarımının durumu ve geleceğinin konuşulduğu bir programda, üretimin başından sonuna kadar her aşamasını kavrayan ziraat mühendislerinin, bakanlık temsilcilerinin ve STK’ları temsil eden kişilerin de olmaması da düşündürücü…

Verdiğiniz eksik veya yanlış bilgiler sebebiyle tarımsal faaliyetlerde bulunmak isteyip ama tarım yapmaktan vazgeçen genç girişimcilere, alın terini toprağa eken, bütün hayallerini toprağa bağlayan ülkemiz çiftçilerine yazık değil mi?

Tarım Bakanlığı tek yürek olmanın çabasıyla; bilime ve bilimsel yaklaşımı ön plana koyarak ve de bilimin gösterdiği ilkeler doğrultusunda; “üretimin arttırılması”, “tarımsal modernizasyon”, “çalışma modeli”, “teknolojik ilerleme” ve “verimlilik” yönünde, dolayısıyla tarımsal potansiyelimizi yükseltmenin derdindedir.

Anlatacak, dokunacak ve söylenecek çok şey var ama SUSUYORUZ; doğruluğa, dürüstlüğe, sevgiye, güzelliğe SUSUYORUZ!

Kim nasılsa çevresini de öyle görür, Yozgat’ın köylerinden bir çiftçi ailesine mensup olmaktan her zaman şeref ve gurur duydum. Köklerimden aldığım güçle öğrenip, yoğruldum ve yine özüme doğruldum. Yazımı Arif Nihat Asya’nın dizeleriyle noktalıyorum:

İçsen bu sudan dostum bir daha susamazsın

Bir hâl gelir başına, ağlayamazsın, susamazsın.

Ülkemiz tarımında ne söyleyecek sözümüz bitti ne de yürüyecek yolumuz…