Arap dünyasına “bahar” getireceği söylenen halk ayaklanmaları Tunus’ta başlayıp diğer ülkelere sıçramıştı. Bundan tam 10 yıl önce Suriye’de başlayan iç savaşın fitili de bu “bahar havası” beklentisindeyken ateşlendi. Suriye’deki çatışmaların başlangıcından bugüne yaşananlar göz önüne alınırsa, etkileri belki de nice on yıllar daha hissedilecek bir kaos ortamının Orta Doğu’nun tam ortasına yerleştiği söylenebilir.

Oysa on yıl önce sokaklara inen ve hükûmet karşıtı protestolar düzenleyen Suriye halkının asıl derdi, daha fazla hak ve ekonomik refah talebinde bulunmaktı. Esad’ın dikta rejimine karşı hürriyet mücadelesi olarak başlayan süreç, rejimin olayları silahla bastırmaya çalışmasıyla bir anda iç savaşa dönüştü. Daha hür ve müreffeh olmak için rejime karşı ayaklanan Suriyeliler, 10 yıl sonra bakıldığında siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan paramparça olmuş durumda.

10 yıldır devam eden çatışmalar, yarım milyon insanın ölümüne sahne oldu. 6,7 milyon Suriyeli diğer ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bu sığınmacıların 3,7 milyonu bizim ülkemizde koruma altında. Hâlihazırda 13,4 milyon Suriyeli insani yardım muhtaç, 6 milyona yakın kişi ise evsiz durumda. Yaşanan tarifi zor trajediyi görmeyen, duymayan kalmadı. Ancak Suriye’deki kriz dış güçlerin de çatışmaya bir şekilde dâhil olmasıyla içinden çıkılması güç bir hâl aldı.

2012 sonlarında zalim Suriye rejiminin yıkılacağı konuşulurken Esad’ın yardımına ilk koşanlar İran ve Lübnan Hizbullahı idi. Eylül 2015’te Rusya’nın da fiilen askerî ve siyasi açıdan rejimin yanında yer almasıyla Esad’ın iktidarı da yaşanan zulüm ve trajedi de uzamış oldu.

Bu süreçte, bir ülkede demokrasi ve güçlü bir devlet otoritesi olmazsa ne olur sorusunun cevabı ortaya çıktı. Ülkede siyasi istikrar ve refah şöyle dursun, insan hayatının devamının bile temin edilemeyeceği anlaşıldı. Otorite boşluğunu fırsat bilen terör örgütleri bir bir ortaya çıktı, insanlık suçları işlemek sıradan bir eylem hâline dönüştü. Suriye’de insanlık, terör örgütlerinin ve bir diktatörün insafına kaldı. Ülke bir dönem “hilafet” ilan eden DEAŞ’ın, ardından da ondan boşalan alanda hâkimiyet kuran PKK/ PYD/YPG terör örgütünün tasallutuna maruz kaldı.

Terör örgütleri cirit atmaya başlayınca, binlerce km uzaktan gelen dış güçler “senin teröristin- benim teröristim” ayrışmasına girdi. Bazı ülkeler, kendi teröristlerinin diğer teröristlerle mücadele eden kahramanlar olarak gösterecek kadar şuursuzlaştı. Diğer bazı ülkeler ise, yine teröristlerle mücadele ediyor bahanesiyle insanlık ve savaş suçları işlemekten çekinmeyen bir diktatöre kol kanat gerdi. Sonuçta kaybeden elbette Suriye ve masum siviller oldu.

Suriye yanarken alevler, yangına odun taşıyanların ülkelerine değil Suriye’ye komşu olan ülkelere sıçradı. Şüphesiz ki en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Terör koridoruyla çevrelenmek isteyen Türkiye, bir yandan göçmen kriziyle tek başına mücadele etti, diğer yandan terör örgütlerini yok etmek için sahaya inmek zorunda kaldı. Diğer ülkeler Suriye için ahkâm keserken, hem terör örgütleriyle hem de zalim diktatörle samimiyetle mücadele eden tek ülke olarak öne çıktı. Askerî operasyonları ile terörden arındırdığı bölgeye 400 binden fazla Suriyelinin geri dönüşünü sağlayan, sözüm ona medeni dünyaya insanlık dersi veren de yine Türkiye oldu.

Suriye’deki krizin onuncu yılında, hâlâ dünyada Türkiye gibi halisane bir şekilde krizi çözmeye çalışan başka bir ülkenin olmadığını görmek, daha kaç on yıl böyle gidecek dedirtmeye yetiyor. Ancak krizin maliyeti o derece fazla ki, artık ne kaydedilecek bir can, ne desteklenecek bir cani, ne de kaybedilecek bir zaman var. Artık barışçıl siyasi çözüm için acilen herkesin elini taşın altına koyma zamanıdır. Kriz çözülsün demekle, göstermelik adımlarla bu işin çözülemeyeceğini on yıldır görüyoruz. İnsanlığın huzuru için bir on yıl daha kaybedecek lüksümüz kalmadı.