Sovyetler döneminde yaşayan Türkler daha iyi bilmekte. 1980’li yıllarda Rusya kanalında Çalıkuşu dizisi oynatılırdı. Bizler heyecanla televizyonun başında oturmuş beklerken sahneler görülmeye, sesler duyulmaya başladığında bizi şaşırtan ve heyecanla sevince sevk eden bir şeyle karşılaşırdık. Tek kişi tarafından seslendirilen bu dizide dublajın arkasından Türkçe kelimeler duyulurdu. Çocukluk yıllarında beni şaşırtan bu olayın etkisiyle anneme, babama bakıp, “Bakın televizyonda bizim dilimiz konuşuluyor…” demişimdir. Rus kanalında kendi dilinde kelime duymak sevinci yalnızca benim çocukluğuma has bir sevinç değildi. O dönemde tüm evlerde aynı sevinç yaşanırdı. O yüzden Özbek ressam arkadaşımla konuşurken bu olayı anlattığında aynı hisleri yaşamış olmamız beni şaşırtmadı, çünkü bu duygular SSCB’de olan bütün Türkler için geçerliydi. Özbek ressam arkadaşım Enver Ahmetkulov’la konuştukça şunu bir kere daha anladım, farklı bölgelerde yaşamış olsak da yaşanan duygular aşağı yukarı aynıdır.

Enver akayı (Aka, Özbekçe ağabey demek) dinlemeye devam ediyorum: “1974 yılında Özbekistan’ın Sırderya vilayetinde beş kişilik bir ailede doğdum. Küçüklüğümden resim çizmeyi severim. Ben Türk adını o dizide duymuştum. Dikkatimi çekti bu kelime, araştırma merakı uyandı. Ansiklopedilere ve kitaplara yöneldim. Ne yazık ki baktığım hiçbir kaynakta Türk kelimesini bulamamıştım. Daha sonra Taşkent Müzik ve Resim Okulunda okuduğum zaman Özbeklerde milli bilincin uyandığının şahidi oldum, gizli konuşulanların artık kapıya, pencereye bakılmadan çoğu kişi tarafından konuşulduğunun farkına vardım. Uyanışlar başlamıştı.

Rahmetli ninem odasına çekilip perdeleri kapattıktan sonra bazı hareketler yapıyordu. Okula gittiğimizden, ağzımızdan bir şeyler kaçmasın diye ne yaptığını evde herkes küçüklerden saklarlardı. “Nine ne yapıyorsun?” diye sorduğumda, spor yapıyorum diye cevap vermişti. Yaşım küçüktü, ninem spor yaptığı zaman, özellikle dizlerini katladığı an, ben de üzerinden atlıyordum. Yaramazlık yaptığım için beni odasından çıkarırdı. Daha sonra ninemin herkesten sakladığı ‘sporun’ namaz olduğunu anladım.

Üç yaşımdan beri resme olan ilgimden dolayı bulduğum defterleri boyardım. Yeter ki elime bir şey geçsin, hemen kalemle bir şeyler çizerdim. Bundan dolayı büyük kardeşlerim defter, kitaplarını benden saklar, boyumun yetmediği yerlere koyardı. Bir gün defterler arasında Sovyetler Birliği haritası dikkatimi çekti. Anneme sordum, anne Sovyetler Birliği bizim vatanımızdır değil mi? Evet yavrum dedi. Peki Sovyetler Birliği’ni kim kurdu diye sorduğumda, annem şaşkınlıkla Vladimir İlyiç Lenin cevabını verdi. “Anne, Lenin Özbek mi?” diye sordum, “Hayır, o Rus’tur” cevabını aldım. “Peki o Rus ise neden bizim devletimizi kuruyor, neden bir Özbek devletimizi kurmadı…” diye anneme göre tehlikeli sorular sormaya başladım. Annem ise tedirginlik dolu bakışlarıyla sorulardan hep kaçardı. Ben haritayı alıp her bir ülkeyi farklı bir renkle boyadım. Farkına bile varmadan SSCB haritasını ülkelere bölmüştüm. Anlayacağın bir Özbek çocuk Sovyetleri yıkmıştır.