Her şeye rağmen dünyanın çivisinin çıktığını söylemek zor.

Yeni Zelanda’daki alçak ve vahşi terörden sonra meydana gelen gelişmeler insanlık adına güzel şeylerin hala yaşanabildiğini gözler önüne serdi.

Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in Mecliste yaptığı konuşma, son yıllarda Batılı siyasetçilerin yüzünü ağartan erdem dolu ifadelerle yüklüydü.

Batılı siyasetçiler son yıllarda fazlaca kaba, fazlaca ayırt edici, fazlaca zor kavramıyla hareket ediyor. Sürekli rekabet, devamlı mücadele, durmaksızın, kıyasıya yarış içindeki bir coğrafyadan dünya adına barışa yönelik kalıcı iş birliği çıkmaz, çıkamaz. Çünkü Batı söylüyor ama yapmıyor. Bunun pek çok sebebi var, makale boyutunda incelenmesi mümkün değil. İbn-i Haldun, insan alışkanlıklarının ürünüdür, derken insanoğlunun en önemli açmazını işaretlemiş oluyor. Neyi yapmakta ısrarlıysak sonraki adımlarımızı o ısrarımız şekillendiriyor.

Aşırı kar hırsı, pazar kavgası, daralan ekonomi, kontrolsüz bireysellik, aile kavramının zaafa uğraması ve ezoterik tarikatlerin çekiciliği.. Daha pek çok şey insanlığın Batı bölümünü tehdit ediyor.

Bu durum insanlığın kalanı için de risk taşıyor. Çünkü özellikle medyatik alanda sınırlar net olmaktan çıktığı için dünya milletleri birbirinden etkileniyor. Merakla kamçılanan görsel iştahımız bizi dünyanın kör dövüşüne önce seyirci sonra dolaylı yolla iş birlikçi yapıyor.

Düşünelim? Alçak bir terörist, Yeni Zelanda’da elli Müslüman'ı şehit ederken internetten canlı yayın yapıyor ve bu dakikalarca süren vahşeti insanlar izliyor.

Sanal dünya ile gerçeklik vahşet düzleminde nasıl da buluşuyor.

Buradan çıkan pek çok sonuç var.

Bunlardan birisi de artık yeni bir dünya düzenine ihtiyaç duyduğumuz gerçeği.

Çünkü Birleşmiş Milletler'in mevcut düzeni dünyayı daha da geriyor, içinden çıkılmaz hale koyuyor.

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon söyleşisinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, "İnsanlık aleminin huzura ihtiyacı var. Birleşmiş Milletler'in bu çerçevede yeniden yapılandırılması gerekir" sözleri tam da bu gerçeği ifade ediyor. Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan problemli bir sistemdir. Problemi başlı başına savaş ürünü olmasıdır. Onlarca ülkenin üzerinde beş tane güçlü devletin gölgesi bulunmaktadır. Savaşın galipleri dünyanın gidişatı üzerine kendi zor kültürlerinden gelen kanunları dikte etmişlerdir. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, insanlığı tehdit eden tehlikelerin varlığını sürdürdüğünü söylüyor. Aksi mümkün mü? Birleşmiş Milletler’in bu halde belirleyiciliği yok. Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa hangi düdüğü çalıyorsa dünya onu dinliyor.

Bir zamanlar Cemiyeti Akvam vardı. O da Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’ın önerisiyle galipler tarafından kurulmuş bir teşkilattı; şimdiki Birleşmiş Milletler'in babasıydı. Merhum Ziya Gökalp’in bu cemiyet hakkında dünya barışı açısından umut taşıdığına dair yazısını hatırlarım. O da tutmadı ; çünkü savaş ürünüydü ve galiplerin hukukunu gözetiyordu.

İnsanlık denen sosyal-politik deniz, devletler denen adalar şeklinde tanzim olunmuştur ve bu adaların esenliğini milli devletler ve güçlü iktidarlar etrafında toplaşan kamuoyları sağlamaktadır.

Milli vicdanla tahkim edilmiş güçlü kamuoyu marifetiyle dünyaya bakan devletler bu denizde varlığını sürdürmektedirler.

Devleti güçlü, milleti mutlu bir ülke, fırtınalı denizde sallanır ama daima varlığını korur.