Genelde Azerbaycan Türkleri için yaygın olan bir görüş var. O toprağın insanı olarak Türkiye’de bu tabiri çok duydum: “Sizin oraların müziği, şiiri, sanatı çok güzeldir.” Eminim ki bunu birçok arkadaşımız da duymuş ve benim gibi gururlanarak “evet” demiştir.

Gerçekten şiir, sanat konusunda ileride olan Azerbaycan’ın sırrı, belki de Şuşa’da saklı.

Şuşa… Karabağ’ın kalesi, şiir, sanat ocağı, doğasıyla, güzelliğiyle insanı kendine hayran bırakan, kültür alanında birçok ilklerin temelinin atıldığı şehir. Şuşa’nın çocukları bile ağlayanda segah üstünde ağlar deyimi boşuna söylenmemiş. Yani bu memlekette, “her evden, her kayadan, her ağaçtan tar, keman, garmon, ney sesi yükselirdi.”

Bu memleket, Kafkasya’nın Konservatuarı unvanını almıştır. Sadece aşağıdaki rakamlara baktığımızda her şey ortaya çıkıyor. 19. yüzyılda Şuşa’da 95 yazar, 22 müzisyen, 35 şarkıcı, birçok müzik aletlerinde çalmayı başaran 70’e kadar sanatçı olduğu istatistiklere yansımıştır. Bu rakamları ise Sovyetler döneminde yayımlanan ve resmî gazete olan ‘Kommunist’ gazetesinde buluyoruz.

Şuşa gittikçe Azerbaycan’ın büyük bir edebi merkezi haline geldi ve artık kültür yuvası olarak ünlendi. Azerbaycan Türklerinin kültürel tarihinde ilk defa tiyatro gösterisi 1848 yılında burada oldu. Şuşa’da Avrupa ve Doğu konserleri, müzik, bilim, eğitim ve birçok sanatsal faaliyetler gerçekleştirildi, kütüphaneler, sanat ve kültür alanında bir dizi eğitim kurumu kuruldu. 1840’lardan başlayarak Şuşa’da çeşitli sanat alanları gelişti. Tiyatro gösterileri, yerel tiyatro meraklıları tarafından gerçekleştirildi.

O dönemlerde birçok kişinin okuma yazması olmadığı halde, Şuşa’da Şekspir’in (Shakespeare) Othello’su sahneleniyordu…

Severek okuduğumuz “Çırpınırdın Karadeniz” türküsünün ve aynı zamanda Azerbaycan Devlet Marşı’nın ve Doğunun ilk operasının bestecisi, oyun yazarı, ilk libretto yazarı ve müzikal komedi türünün yaratıcısı olan Üzeyir Hacıbeyli de burada büyüdü.

İngilizlerin de hayran olduğu dünyaca ünlü Karabağ atları, Şuşa’nın Cıdır Ovası’nda yarıştı.

Ayrıca doğasıyla dillere destan olan olan Şuşa dağlarında, dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen kendine has güzelliği ile bir çiçek vardır.

Çiçeğin tepesi bir çiçeğe tünemiş ve orada donmuş bir bülbül şeklinde olan bu çiçeğe Harı Bülbül denilir.

Tarihi anıtlar şehri olan Şuşa, 350 hektarlık bir alanda 300 tarihi eser, 550 eski konut ve 870 m uzunluğunda kale duvarlara sahiptir. Anıtların birçoğu 18. ve 19. yüzyıla aittir.

Karabağ ve Şuşa’nın tarih müzeleri, Uzeyir Hajibeyli’in anıt müzeleri, Bülbül, Mir Möhsün Navvab, Azerbaycan Devlet Halı Müzesi, Devlet Sanat Galerisi, 4 teknik okul, 2 enstitü şubesi, orta ve ikincil müzik okulları, kütüphaneler halkın hizmetindeydi.

Şimdi bu okuduklarınınız hiçbiri yok. Çünkü Şuşa, 8 Mayıs 1992’de Ermeniler tarafından işgal edildi.

Bu güzel yurttan geriye ne kaldı biliyor musunuz?

İşgal sırasında 195 kişi şehit oldu, 150’si engelli olarak 165 kişi yaralandı, 55 kişi rehin alındı, 552 çocuk yetim kaldı, yaklaşık 22.000 kişi yerinden edildi, 300 tarihi eser, 2 sanatoryum, tanınmış sanatçıların evleri, müzeler, 70 kişilik turist üssü, 1.200 kişilik yatılı okul vb. yapı ve kurumlar dağıtıldı, doğal güzelliği harap edilerek ormanları yakıldı.

Şimdi, hani hayranlıkla bahsettiğiniz bizim müziğin, sanatın güzelliğinin sırrı Şuşa, 28 yıldır işgalde.