Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORMER) İran uzmanı olarak görev yapan Mustafa Caner, Dağlık Karabağ meselesiyle ve bölgede yaşanan gelişmelerle ilgili dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.

27 Eylül’de gerçekleşen Ermenistan saldırısı ve devamındaki çatışmalar, yaklaşık 30 yıllık Karabağ ve ilişiğindeki işgal altındaki topraklar meselesini yeni bir boyuta taşıdı. Bu süreçte Azerbaycan’ın Fuzuli ve Cebrayıl rayonlarını özgürleştirmek gibi önemli kazanımları olurken zayıf Ermenistan’ın işgali devam ettirme ısrarı doğrultusunda ihtiyaç duyduğu dış destek de önemli bir faktör olarak karşımıza çıktı.

Her ne kadar Rusya, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile bir kan uyuşmazlığı yaşasa da bölgenin tamamen Azerbaycan tarafından kurtarılmasını arzulamadığını da yapmış olduğu askeri teçhizat desteği ile gösterdi. Fakat Moskova bu süreçte bilfiil askeri bir müdahaleden kaçındı. Elbette Rusya’nın soruna aktif taraf olmasını engelleyen birtakım sebepler mevcut. Örneğin, Ermenistan’ın Azerbaycan şehirlerini mütemadiyen hedef almasına karşılık Azerbaycan ordusunun benzeri bir eylemden kaçınması, Rusya’nın Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü çerçevesinde fiili müdahalesini şimdiye dek önlemiş durumda. Yine de Moskova’nın Erivan’a kendi desteği olmadığı takdirde yaşanabilecekleri göstererek onu bir nevi “terbiye etme” yoluna gittiği de söylenebilir.

Rusya’nın tutumu kadar Rus teçhizatlarının Ermenistan’a ulaştırılmasında kilit bir rotada yer alan İran’ın bu denklemdeki pozisyonu da son derece önemli. Tahran’ın Karabağ konusunda yaşamış olduğu krizin anlaşılabilmesi için İran’ın iç ve dış siyasi dengelerinin birlikte okunması ve elbette jeopolitik koşulların dikte ettiği siyasi pozisyonların da hesaba katılması şart. Tahran bölgenin önemli aktörlerinin başında geliyor ve Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye’ye komşu olmasından dolayı da Karabağ meselesi İran’ı doğrudan ilgilendiriyor. Öte yandan İran-Rusya ilişkileri de bu denklemin önemli değişkenlerinden sayılabilir.

İran'ın Kafkasya politikası
Karabağ sorununun başlangıcından bu yana aslında İran’ın pozisyonu hemen hemen aynı kalmıştır. Bu pozisyon, “tarafsızlık” ve “arabuluculuk” kavramları etrafında oluşmuştur. İran’ın dış siyasi yatırımlarında Kafkasya’nın Orta Doğu kadar yer tutmadığı bir gerçek. Tahran için bu bölge hiçbir zaman Suriye ya da Irak kadar önem arz etmemiştir. Bu durumun sebepleri arasında, ABD ve yaptırımlar baskısının Tahran’ın dış politika açılımlarını sınırlaması ve bölgedeki Rus nüfuzu zikredilebilir. Yine de bu topraklar, 19. yüzyılın başlarına dek bugünkü Gürcistan’ın güneyi ile Ermenistan ve Azerbaycan topraklarını elinde tutan İran’ın, tarihsel ve kültürel hafızası açısından önemsiz sayılamazlar. Özellikle Azerbaycan’ın İran sınırına yaklaştıkça karşılaştığımız Talışlar gibi İran dili ve kültürüne yakın duran etnik gruplar, Tahran’ın daha geniş bölgesel tasavvuru açısından dikkate değerdir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bölgede yaşanan güç boşluğu, İran’ın da artık Kafkasya’ya yönelebileceği anlamına gelmiş ve dönemin Rafsancani hükümeti, 90’ların başında çeşitli girişimlerle bu yönde adımlar atmıştır. Elbette Hazar denizinin ticaret açısından stratejik önemi ve orada yer alan enerji kaynakları da İran’ın bölgeye yönelik ilgisini beslemiştir.

Karabağ ve çevresindeki yedi bölgenin işgaline de İran bu çerçevede yaklaşmış, bir taraftan arabuluculuk faaliyetleriyle etkisini artırmaya çalışırken Ermenistan’ı ya da Azerbaycan’ı açıkça desteklemekten de imtina etmiştir. Bölgedeki istikrarsızlıkların ve muhtemel sınır değişimlerinin Hazar denizindeki hesaplarını olumsuz etkileyeceğini ve elbette kendi sınır güvenliğini de tehdit edeceğini düşünmüştür. Bu çerçevede İran’ın yaklaşımına reel-politik ve pragmatik hesapların yön verdiği söylenebilir. Zira aksi bir durumda, diğer bütün hukuki sebeplere ek olarak mezhepsel yakınlığının da bulunduğu Azerbaycan’ın yanında olması gerekirdi.

Tahran bölgedeki dengelerin değişmesinden endişeli
Peki, İran’ın söylemsel tarafsızlığı gerçeği ne kadar yansıtmaktadır? İran, her ne kadar şifahi şekilde tarafsızlığını, uluslararası hukuka riayet etmeyi ve son günlerde ülke içerisinde artan tansiyonun da etkisiyle Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü vurgulasa da çatışmaların ilk günlerinde hem karadan hem de havadan Rusya’nın Ermenistan’a destek ulaştırmasına ses çıkarmadı. Hazar denizi ve ardından Bender Enzeli-Norduz sınır kapısı hattından askeri teçhizat ulaştırılması hem içeride hem de dışarıda İran’a karşı eleştirilerin yükselmesine sebep oldu. Özellikle Tebriz, Erdebil ve Tahran gibi şehirlerde İran Türkleri protesto gösterilerinde bulundular. İran içerisinde artan hoşnutsuzluk, resmi yetkililerin açıklamalarının tonuna ve içeriğine de etki etti. Protestoların ardından yetkililer daha açık şekilde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü savunduklarını söylediler, Norduz sınır kapısından artık teçhizat geçmediğine dair yayınlar yapıldı ve Dini Lider Ali Hamaney’in Tebriz, Erdebil, Zencan ve Urmiye vilayetlerinin temsilcileri, Karabağ’ın Azerbaycan ve İslam toprağı olduğuna dair bir bildiri yayınladılar.

Çok geçmeden bildiri sahibi ulema mensupları ülke içerisinde sert bir şekilde eleştirilmeye başladı ve çeşitli yayın organlarında İran’ın ulusal çıkarlarına en uygun tutumun Ermenistan’a destek vermek ya da en azından tarafsızlığı muhafaza etmek olduğu şeklinde yazılar yayımlandı. Yani İran kamuoyu da resmi makamların yaşadığı ikilemi yaşamakta. Eleştirilerin önde gelen gerekçeleri arasında Türkiye’nin bölgede artan etkisinin sayıldığı da gözlerden kaçmıyor. Türkiye-Azerbaycan birlikteliği, bölgedeki dengeleri yeniden kurma kapasitesinden dolayı İran’ı endişeye sevk ediyor. Bu durum bahsi geçen yayın organlarında açıkça ifade edilmekle kalmadı, üstüne üstlük Türkiye’nin Suriye’den “cihatçı” grupları Karabağ’a savaşmaya gönderdiği gibi mesnetsiz iddialar da İran medyasında sıklıkla yer aldı. Her türlü kanıttan yoksun bu iddianın isim vermeden İran Cumhurbaşkanı Ruhani tarafından da gündeme getirilmesi, İran’ın Türkiye’nin bölgede artan rolünden duyduğu huzursuzluğun en net ifadesi.

İran’ın manevra alanı kısıtlı
İran sınır kapılarından ya da hava sahasından Ermenistan’a yardım gitmesine müsaade edilmesi, aslında Tahran’ın çok da gönüllü olduğu bir süreç olarak okunmamalıdır. İran’ın şu an için Rusya’ya hayır deme lüksü bulunmuyor. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından görüşülen uluslararası silah ambargosu ve İran’ın nükleer faaliyetlerinden dolayı geri getirilmesi önerilen yaptırımlar (snapback sanctions) konusunda İran, Rusya’nın veto gücüne bağımlı durumda. Bir diğer ifadeyle İran, ABD’nin BM üzerinden yürüyen baskısını Rusya ile dengelemekte. Öte yandan İran, kendisi için hayati öneme sahip Esed rejiminin yıkılmaması için de Rusya’nın askeri varlığına bağımlı durumda. 2015 yılından bu yana bilfiil Suriye’de bulunan Rusya, sahada ipleri öylesine eline almış durumda ki İran’ın Suriye’deki tasarruf gücü epey sınırlanmış bir vaziyette. Askeri anlaşmalar ve silah alımı sebebiyle de İran’ın Rusya ile ilişkilerini bozmayı göze alamadığı söylenebilir. Böyle olunca İran, dışarıdaki Rus baskısı ile içerideki Türk nüfusunun baskısı arasında sıkışıp kalmış durumda. Tek çıkar yol olarak görülenin, İran’ın bu süreci esnek bir halkla ilişkiler pratiğini işleme sokarak atlatması olduğu anlaşılıyor.

Her ne kadar uluslararası hukuk açısından Azerbaycan haklı olsa da İran Ermenistan’ı karşısına almamaya dikkat ediyor. İran için ABD ve Fransa’da önemli nüfuzu bulunan Ermeni diasporası ile ilişkilerini iyi tutması da son derece önemli. Ermeni lobisinin mezkûr ülkelerin siyasi süreçlerine olan etkisi biliniyor. Bu sebeple Tahran, başta yaptırımlar olmak üzere muhtelif dış baskılara karşı Ermeni lobisini kendisine alan açacak bir mekanizma olarak görüyor. Ayrıca yine, İran’da yaşayan 200 bin civarındaki Ermeni’nin de Tahran için adımlarını atarken dikkatli olması gerektiğine ilişkin diğer sebep olduğu gözden kaçmamalı. Bu kesimin özellikle yüksek ticari faaliyetlerle meşgul olmaları, İran ekonomisi açısından da önemli olduklarını gösteriyor. Tahran her zaman Ermenistan ve Ermeni nüfusu konusunda hassas olmuştur. Hatta Isfahan kentinde bir sözde Ermeni soykırımı anıtı dahi bulunmaktadır.

İran’daki Ermeni varlığı, İran’ın Ermenistan siyasetini etkilerken İran nüfusunun en az yüzde 40’ını Türklerin oluşturduğu da gözlerden kaçmamalıdır. Türkler İran’ın asli unsurudur. İran’da en az 35 milyon kişi Türkçe konuşmaktadır ve Karabağ’da yaşanan çatışmalar, İran Türklerini duygusal olarak ciddi şekilde etkilemektedir. Azerbaycan Türkleri ile İran Türkleri arasında sıkı kültürel ve tarihi bağlar mevcuttur. Sınıra yakın bölgelerde bu bağlara akrabalık bağları da eklenmektedir. İran yönetimi için bu noktada dengeyi bulmak çok önemli. Bir yandan Azerbaycan Türkleri ile İran Türklerinin muhtemel siyasi birliklerinin engellenmesi hedeflenirken (ayrıştırma); öte yandan artan hoşnutsuzluk karşısında Tahran’ın Azerbaycan Türkleri ile yakınlığı ve onlara desteği vurgulanmaktadır (birleştirme). İlk bakışta tezat gibi görünen bu ayrı tutumlar, aslında hem İran’ın diplomatik esnekliğini hem de soruna bu esneklik dışında vaziyet edebilecek araçlardan yoksunluğunu gözler önüne sermektedir.
ReklamUp 

 

Editör: Haber Merkezi