Son yıllarda dünya düzeni, uzun vadeli etkilerini henüz tam olarak anlayamadığımız bir şekilde sarsıldı. Birçok ülke, insanlar ve kültürler arasında yeniden duvarlar örmeye, “şüpheli” yabancılara karşı ise sınırlarını kapatmaya başladı. Dahası, liberal demokrasi fikri, Batılı ülkelerin kendisinde popülizmin ve liberal olmayan siyasetin yükselişinin tehdidi altına girdi.

Bosna-Hersek’teki barış ortamı tehlikeli bir şekilde sallanmaya başlamıştır. Bir devlet olarak Bosna-Hersek ise, savaş sonrası dönemin en ciddi siyasi kriziyle ve varlığına yönelik en büyük tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığının Sırp üyesi Milorad Dodik Rusya Federasyonu’nun desteğine güvenerek ve ABD ve Avrupa Birliği’nden (AB) gelen uyarıları hiçe sayarak, bölücülük faaliyetlerini endişe verici düzeye çıkarmıştır. Bu doğrultuda Dodik, Bosna-Hersek Silahlı Kuvvetleri dahil, Bosna-Hersek kurumlarına karşı yıkıcı adımlar atmaya başlamıştır. Bosna-Hersek’teki son gelişmelere ilişkin sık sık yapılan açıklamalar ve medya analizleri ise, bu ülkedeki duyguların daha fazla kabarmasına ve farklı etnik gruplar arasındaki ilişkilerin daha fazla hassaslaşmasına sebebiyet veriyor.

ATAĞA GEÇEN BATILI DİPLOMATLAR

Balkanlar son birkaç yıldır Batı ile Rusya Federasyonu arasındaki jeopolitik çekişmelere şahitlik ediyor. Bosna-Hersek’e ilişkin son gelişmeler ise, bu ülkenin Batı ile Moskova arasında bir etki ve hesaplaşma alanına dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Dodik’in yıkıcı eylemlerine karşı Saraybosna-Belgrad-Zagreb hattında bir diplomatik atağa geçen Batılı diplomatlar, bugün bir şey, ertesi gün başka bir şey açıklamakla, adeta Bosna-Hersek’le ne yapacaklarını bilmediklerini belli ediyor. Yine de Balkanlar ve Bosna-Hersek konusunda ABD ve AB arasında artan bir koordinasyonu tespit etmek mümkündür. ABD, Milorad Dodik ve yandaşlarına yaptırım uygulayabileceklerini daha ciddi bir şekilde ifade ederken, AB’ye üye ülkeler arasında da Dodik’in eylemlerine karşı daha kararlı bir duruşun sergilenmesi gerektiği görüşünde olanların sayısı artıyor. Tüm bu gelişmeler içinde güzel sayılabilecek haber, Bosna-Hersek’te yeni bir savaşın yaşanmayacağı yönünde mesajların verilmeye başlamış olmasıdır.

Bosna-Hersek’te 1992-1995 yılları arasında yaşanan kanlı savaştan bu yana ülkede herhangi bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak, barışın imzalanmasının ardından çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen bu ülkenin halen çözümlenememiş temel sorunları bulunmaktadır. Günümüzde Bosna-Hersek, dış sınırları bakımından ortak olsa da iç sınırları bakımından resmi olarak ikiye, gayriresmi olarak da üçe bölünmüş bir devleti andırmaktadır. Bu yüzden Bosna-Hersek, Balkanlar’ın barış ve istikrarının devamı bakımından en hassas bölgelerdendir. Bu hassasiyetin temelinde ülkenin sahip olduğu yapısal, etnik ve siyasi sorunların yattığı görülmektedir.

ANTLAŞMA İSTİKRARSIZLIĞI BERABERİNDE GETİRMİŞTİR

Savaş sonrasında, 21 Kasım 1995’te imzalanan Dayton Antlaşması’nın ana hedefleri, kısa vadede savaşın durdurulması, uzun vadede ise kalıcı barış ve istikrar için gerekli ortamın yaratılmasıydı. Ancak kısa vadede savaşı durduran Antlaşma, uzun vadede kalıcı istikrarı değil, adeta istikrarsızlığı beraberinde getirmiştir. Dayton Antlaşması uyarınca Bosna- Hersek, Bosna ve Hersek Federasyonu (ülke topraklarının %51’i) ile Sırp Cumhuriyeti (ülke topraklarının %48’i) adı altında iki entiteye bölünmüştür. Kendilerine özgü anayasaları, yasama, yürütme ve yargı sistemleri, kolluk teşkilatları, eğitim müfredatları, basın kuruluşları ve bağımsız devletlere özgü diğer kurumları olan bu entiteler, adeta aynı devlet içindeki iki devletçik durumundadır. Entitelerden büyük oranda Sırpların yaşadığı Sırp Cumhuriyeti üniter bir yapıya sahipken, çoğunlukla Boşnak ve Hırvatların yaşadığı Bosna ve Hersek Federasyonu her birinin ayrı, meclisi ve bakanlıkları olan on kantona bölünmüştür. Dolayısıyla ülkedeki sorunların başında idari çıkmazlar vardır.

Bosna-Hersek’teki olumsuz gelişmelerde küresel düzeyde yaşanan kırılmalar da etkili olmuştur. Son yıllarda dünya düzeni, uzun vadeli etkilerini henüz tam olarak anlayamadığımız bir şekilde sarsıldı. Birçok ülke, insanlar ve kültürler arasında yeniden duvarlar örmeye, “şüpheli” yabancılara karşı ise sınırlarını kapatmaya başladı. Dahası, liberal demokrasi fikri, Batılı ülkelerin kendisinde popülizmin ve liberal olmayan siyasetin yükselişinin tehdidi altına girdi. Covid-19 salgınıyla ise hem dünyanın kendisinin hem de küresel güç ilişkilerindeki dengenin kararlı bir şekilde değiştiği bir sürece girildi.

AB ve Balkanlar bölgesindeki bazı kırılmalar, Bosna-Hersek’i etkileyen en önemli stratejik dönüşümlerden olmuştur. Zira AB’yi sarsan ekonomik sorunlar, mülteci krizi, İngiltere’nin birlikten ayrılması, aşırı sağın yükselmesi ve siyasi bölünmeler, AB ülkelerinin Balkanlar’a olan ilgisini azaltmış ve böylece Balkan ülkelerinden Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Sırbistan’ın AB’ye üyeliği konusu şimdilik rafa kalkmıştır. Böyle bir ortamda, söz konusu Balkan ülkeleri de reform süreçlerini ağırdan almaya başlamış ve birbirine karşı ilişkilerde daha az anlayışlı olmaya başlamıştır.

AB üyelik perspektifinin zayıflamasıyla, Balkanlar’da diğer uluslararası aktörler varlığını güçlendirmiş ve bölge ülkeleri ve halkları arasındaki rekabetin yeniden su yüzüne çıkmasını tetiklemiştir. Özellikle Rusya Federasyonu, 2000’li yıllardan itibaren Balkanlar’daki varlığını ve etkinliğini güçlendirmek için çeşitli adımlar atmıştır. Suriye ve Ukrayna krizleri yüzünden Batılı ülkelerle ilişkilerin gerginleştiği bir ortamda ise Balkanlar, Rusya Federasyonu ile Batı dünyası arasındaki jeopolitik rekabetin oyun sahalarından birine dönüşmüştür. Moskova, Balkanlar politikasında özellikle Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek’teki Sırplar üzerinde önemli yatırımlar yapmaktadır. Bugün Moskova’nın Balkanlar’daki temel hedefinin, bölgenin Batı ile bütünleşmesini mümkün olduğunca geciktirmek ve Batı dünyasının buradaki etkinliğini zayıflatmak olduğu söylenebilir.

BOSNA-HERSEK’İN NATO DIŞINDA KALMASI

2017’de Karadağ’ın, 2020’de ise Kuzey Makedonya’nın NATO’ya üyeliğini engelleyemeyen Rusya, tüm dikkatini Sırbistan ve Bosna Hersek’e vermiştir. Bu nedenle Rusya Federasyonu’nun Balkanlar’daki önceliği Sırbistan ve Bosna-Hersek’in NATO dışında kalmasını sağlamaktır. Bu hedefine ulaşmak ve Balkanlar’daki varlığını güçlendirmek maksadıyla ise Moskova, Milorad Dodik gibi siyasi liderleri kullanmaktadır. 17 Mart 2021 tarihinde Bosna-Hersek’te NATO ile İşbirliği Komisyonu’nun açılış oturumu gerçekleştirildi. Bir gün sonra ise Rusya Federasyonu’nun Bosna-Hersek Büyükelçiliği yayımladığı bir basın bildirisinde, “Bosna-Hersek’teki dostlarımızı dikkatli düşünmeye davet ediyoruz. Bosna-Hersek ile NATO arasında pratik bir yakınlaşmanın olması durumunda, ülkemizin “bu düşmanca adıma” tepki vermesi gerekecektir,” şeklinde Saraybosna’yı tehdit etti. Moskova’nın bu şekilde Bosna-Hersek’e meydan okuması ve bu ülke üzerinden Batıya kafa tutması elbette Milorad Dodik’i bölücü eylemlerinde daha fazla cesaretlendirmiştir.

Gelinen nokta itibariyle Batılı yetkililer Bosna-Hersek’te yeni bir savaşın olmayacağına dair mesajlar verirken, Dodik Bosna-Hersek içinde bağımsız bir Sırp Cumhuriyeti oluşturmaktan vazgeçmeyeceğini vurgulamaktadır. Dodik’in arkasında duran Moskova’nın Bosna- Hersek’teki yıkıcı eylemleri ise ABD, İngiltere ve AB’nin en güçlü üye ülkelerini bir araya getirerek, Bosna-Hersek’e destek mesajları vermelerini sağlamıştır. Batılı ülkeler Dodik’in durmasını, yaptıklarını geri çekmesini ve Bosna-Hersek devletinin daha fazla güçsüzleştirilmesine yönelik faaliyetleri durdurmasını istiyor. Dodik’in bu taleplere uymaması durumunda, ilk aşamada Sırp Cumhuriyeti entitesindeki bazı bireylere ve Dodik’in arkasında duran bazı firmalara karşı ortak yaptırımların uygulanması planlanıyor.

Bosnalı Hırvatlara gelince, Dodik’in yarattığı yeni kriz karşısında şimdilik oldukça pasif durmakla, akıllıca kendileri için bir fırsatın oluşmasını beklemektedir. Bosnalı Hırvatların siyasi yetkilileri tarafından duruma ilişkin neredeyse hiçbir güçlü açıklama yapılmamaktadır. Ancak son iki yıldır, Bosnalı Hırvatların en güçlü siyasi lideri Dragan Çoviç’in Dodik ile kol kola girerek Zagreb, Belgrad ve Moskova’daki değişik toplantılarda Bosna-Hersek’in “geleceğini” görüştükleri bilinmektedir. Çoviç 27 Ekim 2021’de yaptığı bir açıklamada, Dodik’in Bosna- Hersek’te istikrarı bozan bir unsur olmadığını vurgulamıştır. Böyle bir açıklama, Bosnalı Hırvatların Dodik’in tüm faaliyetlerine sessiz bir destek verdiklerini açığa çıkarıyor. Esasında Bosnalı Hırvatlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2010 yılına ait kararından hareketle Bosna-Hersek Anayasası ve seçim yasasında değişikliğin yapılmasını beklemekte ve hazırlanması gereken yeni seçim yasası üzerinden Hırvatlar için dolaylı yoldan ayrı bir entite elde etmeyi hedeflemektedir.

AB VE ABD’NİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BULUNMUYOR

Sonuç olarak Bosna-Hersek’in önünde önemli bir yol ayrımı bulunmaktadır. Bu ülkenin üç kurucu halkı (Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar) önümüzdeki aylarda ya kendi aralarında uzlaşacak ya da ülke bölünmüş ve çalışmayan bir sistemin doğuracağı risklerle karşı karşıya kalacaktır. İyimser Boşnaklar, Bosna-Hersek’in istikrarsızlaştırılmasıyla ilgili politikaların başarısız olacağına, Bosna-Hersek’i artık hiç kimsenin bölemeyeceğine ve Batılı ülkelerin böyle bir şeye izin vermeyeceğine inanmaktadırlar. Daha kötümser düşünen Boşnaklar ise, Bosna-Hersek’in kurucu milletlerinin birkaç ay içinde sağlam bir anlaşmaya varmaması halinde ülkelerinin geleceğinin pek parlak olmayacağı kanaatindedir. Bazı uzmanlara göre Bosna- Hersek’in daha işlevsel bir devlet haline getirilmesi adına Dayton Barış Antlaşması’nın revize edilmesi için şartlar çoktan olgunlaşmış durumdadır. Ne var ki, ne AB’nin ne de ABD’nin Bosna-Hersek’in sorunlarıyla ilişkin herkesi tatmin edecek çözüm önerileri bulunmuyor.

TÜRKİYE DURUMUN CİDDİYETİNİ ANLADI

Bosna-Hersek’teki durumunun ciddiyetinin farkında olan Türkiye ise bu ülkeye yönelik diplomasisini üst seviyeye çıkartmış bulunuyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem Türkiye’deki Boşnak STK’larını dinlemiş hem Milorad Dodik dahil Bosna-Hersek’in tüm cumhurbaşkanlığı üyeleriyle görüşmüş, hem de üst düzey bir Türk heyetini istişareler için Saraybosna’ya göndermiştir. Bosna-Hersek’in gerçek bir dostu ve kardeşi olan Türkiye, bu ülke konusunda AB ve ABD’yle aynı şeyleri istiyorsa da son yıllarda Ankara’nın Batılı ülkelerle ilişkilerinin pek iç açıcı olmadığı da bir gerçektir. Öte yandan Ankara’nın Saraybosna, Belgrad, Zagreb, Moskova, hatta Milorad Dodik’in kendisiyle sahip olduğu iyi ilişkiler sayesinde Bosna-Hersek’teki mevcut durumu istikrara kavuşturma potansiyeline sahiptir. Balkanlar’daki jeopolitik gelişmeleri dikkate alarak Türkiye’nin bu konuda akıllıca adımlar atacağından kuşku yoktur. Tarafların gerçek niyetlerinin farkında olarak, Ankara Bosna-Hersek’in etnik çizgilere göre daha fazla bölüştürülmesine müsaade etmemelidir.