Diplomasinin bütün inceliklerinin kullanılması ve bir çözüm yolu bulunması hem temennimiz, hem beklentimizdir. Ancak, karşımızda güvenilmez olduğu daha önce defalarca ispatlanmış, gerektiğinde tehdit etmekten geri durmayan, kaba ve saygısız davranmayı hak sayan bir başkan ve onun devleti olduğunu da unutmamalıyız.

 Bizim için hayati önemde olan Fırat’ın doğusunun terörden temizlenmesi ve bir güvenli bölge oluşturulması konusunda ABD ile iş birliğine, hep ihtiyatlı yaklaştık. Bir mutabakata varıldığı ve Müşterek  Harekât Merkezi oluşturulacağının açıklanması üzerine, duyduğumuz endişeleri dile getirdik. Nitekim, aradan henüz çok kısa bir zaman geçti. Kurulacak merkezin görüşmeleri devam ediyor, ama ABD’nin tavırları endişelerimizi daha da arttırıyor. Bu endişenin sadece bizde olmadığını, devletin en yetkili makamlarının da aynı kanaati taşıdıklarını, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarından anladık.

ÇAVUŞOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI

  Çavuşoğlu’nun sözleri çok çarpıcıdır. ABD ile güvenli bölge mutabakatı konusunda detaylandırılması gereken birçok konunun olduğunu belirtiyor. Menbiç’te verilen sözlerin tutulmadığının altını çiziyor ve bir oyalamaya gidilmesine izin vermeyeceklerini anlatıyor. Fırat'ın doğusundaki bölgenin terör yuvası olduğunu hatırlatarak, ABD ile görüşmeler devam ederken, teröristlere silah yardımının devam ettirildiğini söylüyor. Yakın zaman önce TIR'lar dolusu silah getirildiğini açıklayarak, ABD’yi samimiyete davet ediyor.

SAMİMİYET!

  ABD’den samimiyet beklemek hakkımızdır, ama bu beklenti ne kadar devam edebilir? Bir taraftan bizimle masa kurup ortak hareket edileceğini ilan etmek, diğer taraftan teröristlere her türlü silah yardımında bulunmak açık bir samimiyetsizlik, hatta düşmanlık değil midir? İşimizin zor, hem de çok zor olduğu orta yerde durmaktadır. S-400 meselesi henüz bir sonuca bağlanmamıştır. Buna bağlı olarak F-35 alımında işin nerelere varacağı ve nihai kararın ne olacağı, belirsizliğini korumaktadır. Diplomasinin bütün inceliklerinin kullanılması ve bir çözüm yolu bulunması hem temennimiz, hem beklentimizdir. Ancak, karşımızda güvenilmez olduğu daha önce defalarca ispatlanmış, gerektiğinde tehdit etmekten geri durmayan, kaba ve saygısız davranmayı hak sayan bir başkan ve onun devleti olduğunu da unutmamalıyız.

GEREKEN ADIMLARI ATARIZ

  Bu durumda akla gelen soru, bu şartlarda Türkiye’nin ne yapması gerektiğidir. Şu ana kadar yapılanlar doğru ve yerindedir. Fırat’ın doğusunun terörden temizlenmesinde kararlılığın en küçük bir taviz verilmeden sürdürülmesi son derece isabetlidir. Uzlaşma aramak, müttefiklik ilişkisi içinde olduğumuz muhataplarımızdan hassasiyetlerimize saygı gösterilmesini, taleplerimizin karşılanmasını istemek ve bunun için adım atılmasını beklemekte de bir sakınca yoktur. Ancak, bütün bunların bir sınırı var. Sayın Dışişleri Bakanı'nın açıklamalarına da yansıdığı gibi, karşılıklı anlayış çerçevesinde bu işlerin yoluna konulması gerekir. Aksi takdirde Türkiye, kendi milli güvenliğinin gerektirdiği adımları atar ve atmalıdır. Bu adımların atılmasına kimin ne diyeceğinin uzun uzun hesabını yapıp, zaman kaybedemeyiz. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı'nın karşı tarafın olumsuz tavır takınması halinde cevabını vereceğimizi defalarca söylemiş olması çok önemlidir ve olması gerekendir.

SURİYE’NİN GELECEĞİ

  Bu söylediklerimiz sadece ABD ile sınırlı değildir. Taraf olduğumuz her konuda, muhatap olduğumuz her ülke için geçerlidir. Suriye meselesinin artık bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Oradaki belirsizlik devam ettikçe, Türkiye’nin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Her anlamda en ağır bedeli ödeyen ülkeyiz. 4-5 milyon Suriyeliyi barındırıyoruz ve bu yük artık taşınamaz bir hal almıştır. Suriye'nin geneliyle ilgili görüşmelerde sadece ABD yok. Rusya ve İran başta olmak üzere bölgenin diğer ülkeleri ile de mutabık kalmak gerekiyor. İdlib'de sükunetin tam hakim olması için Rusya’nın daha samimi olması ve İran’la birlikte varılan mutabaka bağlı kalması temel şarttır. Bir Anayasa Komisyonunun kurulması söz konusudur ve bunun bir an önce hayata geçirilmesi ve Suriye’nin geleceği ile ilgili çok daha kesin ve kararlı adımların atılmasının zamanı çoktan gelmiştir. Toprak bütünlüğünün korunması ve özellikle bir terör devleti kurulmasının her ne pahasına olursa olsun önüne geçilmesi, bizim olmazsa olmazlarımızdır.

CHP VE İP, NEREYE KOŞUYOR?

  Türkiye bu kadar yakıcı bir mesele ile uğraşırken, CHP ve yancılarının bir milli duruş ortaya koymak yerine, basit siyasi hesaplar için ABD ve benzerlerinin işlerini kolaylaştıran, ellerini güçlendiren bir tavır içine girmeleri, beyanatlarda bulunmaları utanç verici bir durumdur. CHP ve yancıları akıllarını başlarına almalı ve Türkiye’nin siyasi partileri gibi davranmalıdırlar. İP, CHP ile kurduğu kirli ortaklığı sürdürüp PKK’nın sözcülüğünü yaparak, HDP’yi koruyup kollayarak nereye varacağını zannediyor? Böyle bir kepazeliğin içinde olup, her fırsatta MHP’ye saldırarak kime ve nerelere hizmet ediyor? Bu soruların cevabını akıl ve vicdan sahibi herkes aramalı ve mutlaka bir sonuca ulaşmalıdır. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı beka sorununda milli bir duruş ortaya koyamayıp, bu ülke ve milletle hesabı olanların işini kolaylaştıranlar, bunun hesabını her iki cihanda da vereceklerini unutmamalıdırlar.