Ülkemizde çok partili hayat ve demokratik siyaset çerçevesinde reel politik her daim sıcak gündemlerin konusu olmuştur. Bunda siyasal kültürümüzün etkisi olduğu gibi ülkemizin coğrafi konumu, tarihi ve kültürel müktesebatı gibi birçok değişkenin tesiri de söz konusudur. Kendi gerçekleri ile barışık bir toplum için bu durum oldukça da doğaldır. Reel politiğin gündemi çoğu zaman heyecanlar, duygu durumlarının kontrolü ve algı üzerinden yürürken ve bu da politika yapmanın gündelik bir gerçekliği iken zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, varlığı, bütünlüğü, istikrarı, tarihsel tecrübesi ve gelecek tasavvuruna ilişkin süreklilik ve öngörülebilirlik içeren değerlendirmeler olur. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin ÇAĞRIM SANA şeklinde kavramsallaştırarak kamuoyuna sunduğu değerlendirme mahiyeti itibariyle sıraladığımız özellikleri karşılayan, bugünün değil yarının inşası açısından da dikkatlice çözümlenmesi gereken bir nitelik taşımaktadır.

Siyaset,  sosyolojiyle yapılmaktadır. Haliyle siyaset ve sosyoloji söz konusu olduğunda da ilk aklımıza gelecek olan kendi siyasal kültürümüz açısından üç tarzı siyasettir. Türk düşünce geleneğinin ve siyasi sosyolojisinin en önemli damarları üç tarzı siyasette klasik ifadesini bulur. Üç tarzı siyasetin milletimize, düşünce dünyamıza, siyasi kültürümüze sunduğu katkı göz ardı edilebilir değildir ve ifade edildiği üzere oldukça değerlidir. Lakin üçünün de tıkandığı, bir başka ifade ile çözüm üretemediği temel sorun kendilerinin iktidarında diğerlerinin durumunun ne olacağıdır. Aynı doğrultuda zihinleri içerisinde istikrarlı bir tutuma dönüşmüş olan çatışma kalıbıdır. Bu tutum farklı düşüncelerin demokrasi kültüründe ortak bir konsensüse varılmasına da ket vuran bir özellik taşımaktadır. Bu çatışma kalıbı onları Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına önerilen rasyonel temelli her türlü gerekçelendirmeye karşı çıkma gibi bir sorunla yüz yüze bırakmaktadır. Diğer taraftan yine bu çatışma kalıbı hangi esas veya normun etrafında bir demokratik konsensüs oluşturulabilir sorusunu da kaçınılmaz olarak akla getirmektedir. Ancak siyasetin siyasal kültürümüzden kaynaklı bu katı ve özel diline Sayın Dr. Devlet Bahçeli tarafından çok farklı bir boyut kazandırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletinin ontolojik olarak bir bütün şeklinde kavranmasının, sağduyunun ve nasıl bir ilke etrafında bu konsensüsün sağlanacağının sınırları belirlenmiştir.      

Bu değerlendirme siyaseti bir çatışma kalıbı olarak görmeyen, onu kendi siyasi ontolojisi açısından dost ve düşman ikilemi üzerinden değerlendirmeyen ve diğer siyasilere de örnek teşkil edecek bir içeriğe sahiptir. Sadece oy devşirme amacıyla ve salt bir siyasi propaganda olarak farklı ideolojilere sahip olmalarına rağmen çeşitli toplum kesimlerini, sahip oldukları ideolojileri temsil ettiği düşünülen kişileri konjonktürel olarak partilerine davet yukarıda dile getirilen çağrı ile hem içerik, hem amaç bakımından keskin farklılıklar arz etmektedir. Her ne kadar ontolojik açıdan iki varoluş biçiminin aynı ortamda temsil edilmesi imkânsız olsa da siyasetimizin alışık olduğu bir durumdur. Bu popülist yaklaşımın ilkeli, tutarlı, kucaklayıcı, samimi ve aynı zamanda da ülkenin ve milletin geleceğini düşünen bir siyasetin iz düşümü olduğu söylenemez. Oysa dost ve düşman kategorisinin bir varoluş/yok oluş kategorisi olduğu, bu alışkanlığın ve bu siyasi dilin bir rekabet olarak değerlendirilmesinin de yanıltıcı olduğuna vurgu yapan ÇAĞRIM SANA şeklindeki sesleniş, başka bir bakış açısını gözler önüne sermektedir.

Bu da: Medeniyet milleti olma gerçeğine, tarihi anlamda ortaya konulan etik, estetik, kültürel değerlere, birlikte ortaya konulmuş varoluş iradesine, Cumhuriyete ve kazanımlarına muhabbetti olan herkese yapılan bir çağrıdır. “Atatürkçü, ülkücü, milliyetçi, demokrat, mütedeyyin ne dersen de, kendini nasıl tanımlarsan tanımla, hangi görüş ve fikirden olursan ol, önce ülkem ve milletim diyorsan bağımsız Türkiye için, ortak bir gelecek için diyerek”, Sayın Dr. Devlet Bahçeli Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türk milletinin ontolojik varlığına seslenmiştir. “Kendimizi farklı tanımlayabilir hayata, ekonomiye, siyasete farklı pencerelerden bakıyor olabiliriz. Ancak ortak noktamız var, biliyorum, vatan, bağımsızlık. Şimdi çağrım sana, gel hep birlikte tam bağımsız, güçlü ve büyük Türkiye’yi 2023’e taşıyalım” diyerek siyasi tarihin sahnesine çıkışla başlamış olan bu varoluşu gelecek nesillere taşımanın bir hedef olduğunu işaret etmektedir.

Bu çağrıyı siyasal propaganda üzerinden okumak ve değerlendirmek gerçeği ıskalamak olacaktır. Zira bu yenidünya dengeler sisteminde güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti hedefinin gerçekleşmesinin de standartlarını oluşturmaktadır. Covid 19 salgını ve bugün dünyanın birçok farklı bölgesinde küresel ölçekte yaşanılanlar aslında yenidünya dengeler sisteminin inşası adına girilmiş bir çatışma olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu çatışmalardan konumu itibari ile en çok etkilenen bir ülke durumundadır. Özel olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinden düşünüldüğünde de katma değer sunabilecek olan siyasi strateji günlük reel politiğin duygu durumlarından, algı kalıplarından bağımsız olarak dile getirilmiş olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin miras alacağı 100. yılını miras bırakabileceği bir 200. yıl olarak gelecek nesillerine aktarmasının biricik yolu; siyasi sosyolojinin ontolojisine seslenen, akıl ile gerçeklik ile ve sağduyuyla örtüşen bir bakış açısıdır ki; bu hiç kuşkusuz; ÇAĞRIM SANA seslenişinde karşılığını bulmaktadır.