"Tarım ve gıda” ülkemiz için yüksek stratejik değer taşıyan ekonomik sektörlerdir. “Çiftçilik” ise bütün bu işleri, âdeta karınca misali, sessizce yürüten sabırlı insanların oluşturduğu topluluktur.

Tarım konusunda yıllardır ciddi bir farkındalık sorunu vardı ve bu mutlaka çözülmeliydi. Pandemi bu konuya yardımcı oldu diyebilirim. Bu süreçte kamuoyu “tarım-gıda” ve “çiftçilik” ile daha fazla ilgilenir oldu.

Ülkemiz nüfusu 83 milyon, bir de 5 milyon olduğu tahmin edilen mülteciler ve yaklaşık 40 milyonun üzerinde yabancı turist var. Bu insanlar bereketli topraklarımızdan çıkan ürünlerle besleniyor. Bütün bunların arkasında, topraklarımızı elleriyle ilmek ilmek ören Türk çiftçisi var! Sayısız dertleri ve sıkıntıları omuzlarında taşıyan bu insanlar, salgın sürecinde bile üretmeye devam ettiler.

Çiftçiler bu toprakların en sahipsiz, en yalnız ve en garip topluluğu… Sanki sadece ülkenin “üretim doktrini”nin içinde bir yerleri var… “Üretmek” ve “fedakârlık” söz konusu olduğunda gözler hemen onları arıyor. “Nerede bu çiftçiler?” diye… Oysa “kazanmak” ve “imkânı adil paylaşmak” denilince bir anda çiftçiler “en alttakiler”e dönüştürülüyorlar.

Tarımsal girdilerin pik yaptığı dönemlerde üretim kolay değil, çok zor! Yüksek maliyetler altında ezilerek, üstelik piyasa şartlarının belirsizliğine ve ülke tarımının kanayan yarası her defasında üzerine durduğumuz, üretim planlaması sorununa rağmen. Türk çiftçisi “üretiyor”, Türk çiftçisi açıkça herkese “Ya bu deveyi güdeceğiz ya bu deveyi güdeceğiz” diyor. Türk çiftçisinin bu diyardan gitmek gibi bir niyeti yok!

İsterler ki, Türk çiftçiliğinin “geleceği bizim elimizde” olsun. İsterler ki, çiftçi ailelerinin tüm dünyası “tarla, ev ve ahır” olsun. İsterler ki hep ‘külfet’i çiftçiler taşısın…

Ülkemiz tarımında yaşanan olaylara ve çiftçilerimizin durumuna bakıldığında “Kör kuyuya düşen eşeğin” hikâyesi geliyor aklıma, bu hikâye kısaca;

Bir gün, bir köylünün eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda adam, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkarmaya değmeyeceğine karar verir.

Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, adam kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.

Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Tarımsal girdilerin yükü, krediler ve borç makasının giderek açılması gibi durumlar üretim sürecinde üzerimize toprak gibi atılacaktır. Kuyudan çıkmamızın sırrı, bu toprağı pisliğiyle beraber üzerimizden silkeleyip bir adım daha yükselmekle olacaktır. Ülkemiz tarımının sıkıntılarının her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.

Ülkelerin gelişmişlik ölçülerinin başında tarım gelir. Gelişemeyen ülkelerin tarımına bakarak ekonomilerini değerlendirebiliriz. Sıkıntı varsa da temel sorunun tarımdan kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla ülkemiz çiftçilerini güçlendirmeden, öncelikle tarımı sonra sanayi ve hizmet sektörlerini geliştiremeyiz.

Ülkemizin kalbi “tarım sektörü” dür. Bu durumda kalbi iyi atmayan, kan dolaşımını yeterince sağlayamayan vücutta; hücrelerin, dokuların ve organların yeterince beslenemeyeceği, gelişemeyeceği bir gerçektir. “İyi atmayan bir kalbe sahipseniz, ekonomik olarak gelişmeyi beklemeyin.

Çiftçiyi değersiz görmek, ülke tarımını, aslında ekonomik büyümeyi önemsememek demektir. Son söz; çiftçinin sesi kesilirse, ülke tarımının nefesi kesilir!