Dünyayı bilindik-süregelen çatışma alanı olmaktan kurtarmak mümkün mü?

Ya da “Dünyayı sömürüden, güçlünün güçsüzü ezmesinden, kan ve vahşetten arınmış olarak ahenkle yaşanan bir zemin haline getirebilir miyiz?” diye de sorabiliriz…

Herhalde çağımız entelektüelinin cevap araması gereken asıl soru da budur.

Zira insanlık yaşamaya mecbur olduğu dünyayı hiç bu kadar kirletmemiş, rezil etmemiş ve kana bulamamıştır… 

Pekiyi bu durum son elli, on, beş ya da iki yıl içinde mi oluştu? Daha önceleri çok mu iyi bir dünyada yaşıyorduk? Elbette hayır.

Zira insanoğlu bir yanıyla “Yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek”(1) bir yapıya sahip…

Hal böyle olunca da ilk günlerinden itibaren Ademoğlu bir tarafta “kan dökenler ve bozgunculuk yapanlar”, diğer taraftan da dünyayı güzelleştirmeye çalışan “eşref-i mahluk”lar olarak birbiriyle mücadele ediyor…

***

Başa dönelim. Gerçekten de süregeldiği gibi dünyamız, içinden çıkılmaz bir yaşam alanına dönüştü. Bunda “sınır tanımayan sömürgenlerin hırslarına kurban edilen kaynak ihtiyacı ve vahşete mütemayil doyumsuzluğu” amil ve fail durumdadır.

***

Beylik laflar etmeye gerek yok. Dünyamızın sömürenler ve sömürülenler olarak bakıldığında iki kutuplu halini hepimiz görüyoruz. Aslında bunun doğu veya batı; kuzey veya güney olarak adlandırılması pek de akıllıca değil.

Batıda emperyalistlerin adlarının İngiltere, ABD, Fransa, Almanya olması, doğuda da Çin, Suudi Arabistan, Rusya veya İsrail adlarıyla anılması durumu pek de değiştirmiyor. Ha “Hasan Kel, ha Kel Hasan”.

Bu noktada aslolan devletlerin ve milletlerin bu düzeni değiştirme niyet ve potansiyelini taşıyıp taşımadığıdır.

***

Maalesef ki yukarıda isimleri yazılı devletler ve milletler bunu başaracak arka plana, kültürel, tarihi ve manevi birikime sahip değildir. Vahşete bulaşmış mazileri ve halleri bunu göstermiştir.

Tartışma bu noktaya gelince de insanlığın elinde tek bir kurtuluş çaresi kalıyor.  Türk Milleti ve Türk Devleti…

Eğer dünyamız “Barış ve Huzur”a ihtiyaç duyuyor ve bekliyorsa, o beklenen de bunu geçmişte başarmış ve/veya başarmak için mücadele etmiş olan da Türk Milletinden başkası değildir.

Bu nasıl bir mevhibedir bilinmez, lakin mevcut potansiyelimiz geleceğimizi de inşa ediyor.

Türk Yüzyılı ve Türk Devletleri Teşkilatı cihanşümul fikrimizin yani Türk Milliyetçiliğinin Dünyaya getireceği “Türk Barışı”nın önsözleridir.

***

Şimdi gelelim “Cihanı Kapsayacak Fikrimizin Otağına ve O’nun Muhterem Liderine”

***

Basit bir yöntem kullanalım…

TBMM’de Grubu olan siyasi partiler ve liderleri her hafta kendi öznelerinde bütün Türkiye’ye sesleniyorlar…

Kimisi hüngür hüngür ağlıyor, kimisi de Atatürk’ü kullanarak maskeli siyasetini sürdürüyor.

Yapılan o konuşmaları ve serdedilen görüşleri izleyelim, okuyalım ve gerekirse de masaya yatıralım. Bakalım hangisi bütünü kapsayıcı ve geçmişten hız alarak geleceğe yön verebilen ifadeler içeriyor?…

Hangisi sadece partililerine değil, bütün bir millete seslenerek  “dünyaya tek bir ses verme” gayretinde oluyor?

***

Bu konuşmalar liderlerin fikri birikimlerinin ve derinliklerinin göstergesidir de aynı zamanda…

İşte bu yüzden Devlet Bey bir başka…

O, batı tanımlarına göre sadece “herhangi bir Milliyetçiliğin” lideri veya son yağan yağmurlarla orta çıkmış nevzuhur bir siyasi partinin Genel Başkanı değildir…

O, Cihanşümul Türk Milliyetçiliğinin Lideri… Türk Devletini kuran ve yaşatan fikrin kalpgâhıdır.

O, Avrupa ortalarından Sibirya uçlarına kadar uzanan coğrafyanın gözünü ve gönlünü çevirdiği kutup noktasıdır.

O, Türkiye’nin bütünü için “huzur”, dünyanın sükûneti için de “barış” diyen bir liderdir…

O, hitaplarında tespit, yorum ve izahatlardan sonra hüküm koyabilen Fikri Müceddid, derinliği olan düşünce adamı; köklerine sapasağlam bağlanarak çağı okuyan, Türk Milletine ve Devletine yön verebilen Aksiyon Adamı’dır…

O, İdeolojik birikimiyle “Milliyetçi Toplumcuk” tan “Doktriner Türk Milliyetçiliği”ne kadar tekâmül süreçlerine hâkim bir yolbaşçıdır.

O, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi’ nin tarihi vadisinden süzülerek gelen silsilenin Atatürk ve Başbuğ Türkeş zincirine “Yeni Bir Çağ, Yeni Bir Lider” olarak mührünü vuran son halkasıdır.

O, “İnanç ve kültürel çizgiler doğrultusunda yeniden biçimlenmeye başlayan küresel siyaset arenası Türk milliyetçiliğinin yeni bir duruş, yeni bir durum muhasebesi yapmasını acil hale getirmektedir.”  derken değişen dünyada ve Türk Yüzyılı’nda bizlere yeni hedeflerin yönünü göstermiştir.   

Evet, O’nun ifadeleri, içtihatları ve uygulamaları yine biz Türk Milliyetçileri başta olmak üzere Türk Devleti’nin  “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı bir dünyada” yerini de belirlemektedir.

Son olarak;

“Daha adil, daha barışçıl, daha huzurlu, daha hakkaniyetli, daha insani, daha eşitlikçi, daha müreffeh, daha ahlaki, daha fazla hak ve hukuk yanlısı bir dünya ve medeniyet tasavvurumuzun temeyyüz ve tezahür etmesi bir yanda milletimiz diğer yanda beşeriyet namına hayat memat konusudur… Elbette ki, bu sarih gerçeğin fakındayız, siyasi ve fikri çalışmalarımızın odak noktalarından birisi olarak da bunu görüyoruz.” İfadelerini kullanarak yeni mücadele alanımızı belirleyen Sayın Bahçeli’yi bakalım ne kadar takip edebileceğiz…

Dipnot:

1)Bakara Suresi 30. Ayet.