Ülkemiz genelinde ve özellikle tarımda öyle bir dönem yaşıyoruz ki, kimse burnundan kıl aldırmıyor. Tartışmak, tartışarak doğrulara ulaşmak diye bir usul, bir gelenek asırlar öncesindeydi sanki! Herkes bilge, herkes filozof, herkes entelektüel… Hiç kimse yanlış yaptığını, yanlış bildiğini asla ve asla kabullenmiyor. Kabullenmediği gibi karşısındakine ilk fırsatta bodoslama dalarak haklılığını teyit edeceğini sanıyor. Dolayısıyla duyuyoruz ama dinlemiyoruz. Diğer insanların söyledikleriyle genelde ilgilenilmeyen bir toplumda yaşıyoruz. Çünkü bizim için önemli olan başkasının söylediği değil, bizim zaten inanmış olduğumuz şey!

Hem ülkemiz tarımına hem de etrafa baktığımda herkes cevap verilecek şeyler için değil de kafasındakileri karşıya kabul ettirmek için dinliyor ve konuşuyor. Yani kimse anlamak için dinlemiyor sadece cevap vermek için dinliyor… Ancak cevaplar da sorulanların cevabı değil, genelde kendi bildikleri oluyor. Bunun da tek anlamı o konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamak ve kültürsüzlük olarak karşımıza çıkıyor.

Sevgili okurlarım, sizlere bahsedeceğim bu fıkrada amacım hiçbir hayvanı yermek değil. Tam tersine; nice iki ayaklı insan görünümlü milyonların ülkemizi yaşanmaz kılmasını, ülkemiz tarımından bihaber yaşayıp, tarımı ve çiftçiyi itibarsızlaştırmaya çalışmalarını eleştirmektir. Yaradan, insana verdiği yaşam hakkını tüm canlılara da vermiştir. Ondan dolayı gücüm yettiğince, imkânlar ölçüsünde, olabildiğince hayvanları sever ve korurum.

Eşek ve kurt ormanda gezerlerken aralarında bir tartışma başlamış ve tartışmaları kavga boyutunda sürüyormuş.

Eşek; “çimen sarıdır” diye anırmakta.

Kurt; “çimen yeşildir” diye ulumaktaymış.

Çözüm için sonunda ormanlar kralı aslana gitmişler.

Aslan konuyu bilgece dinledikten sonra “eşeğe özgürlük”, “kurda da bir ay hapis cezası” vermiş. Kurt oldukça içerlemiş ve aslana sormuş;

“Hakikaten çimeni sarı mı görüyorsun kralım?”

“Hayır” demiş ormanlar kralı, “ben de senin gibi çimeni yeşil görüyorum.”

“O hâlde neden bana bir ay hapis verdin?”

“Ben sana eşekle tartışmaya girdiğin için bir ay ceza verdim…”

İşte kurdun bu ruh hâlinde bir insan olarak hayatta en korktuğum canlılar “cahil” diye adlandırılan insanlar topluluğu... İlimden, bilimden, tarımdan, sanattan uzak böylesi insanlar maalesef bu toplumun büyük ve kapanmayan bir yarasıdır...

Ya o okumuş cahiller!

Yaradan onlardan daha çok korusun bizleri. Hatta mümkünse aynı oksijeni paylaşma ortamlarından uzak tutsun.

Öylelerini gördük ki şu son yıllarda, her istediğini yaptırabilme gücü dalkavukluğu konusunda kimse ellerine su dökemez. Cumhuriyet’in tüm nimetlerinden yararlanıp rüyalarında dahi göremeyecekleri konumlara gelip, geldikleri konumu taşıyamayanlar, oturduğu koltuğu dolduramayalar…  Siyasetsiz hiçbir şey düşünemeyenler… Bu düşüncenin gündemi hiçbir zaman ülkemiz tarımı olmadı! Üretim olmadı! Verim artırmak olmadı! Çiftçi olmadı! Gıda güvenliği olmadı! Tarladan sofraya, tüketici hiç ama hiç olmadı! Her şeyi sosyal medya hesabında sanal ortamda yaşadılar, belirsizliklerle yaşıyorlar…

Her istediğini yaptırabilme gücü dediğimde sadece iktidar anlaşılmasın!

Muhalefet diye nitelenen kitlelerde de durum içler acısı…

Atatürk’ten bihaber çakma Atatürkçülükte yarışanlar, AB, NATO ve ABD’nin özlemciliğine soyunanlar… Altı okun altısını bir çırpıda saymaktan aciz sözde sosyal demokratların üfürükten partizanlığı sadece ve sadece bireysel ikbal kaygıları ile sınırlı…

Peki, fıkrayı neden anlattın o zaman efendi diyenleriniz olabilir. Bu ülkede tarımı ve özellikle siyaseti tartışıyorsanız, tartıştığınız insanlara dikkat edin sevgili dostlar… Bu aralar çimen sarıdır, kahverengidir, siyahtır ama asla yeşil değildir!

TARIMDA AYNI DİLİ NEDEN KONUŞAMIYORUZ!

Ne yazık ki 2005 yılından bu zaman kadar, hatta veteriner hekim olmasına karşın Sayın Mehdi Eker Bey döneminde dahi aynı dili konuşamadı tarım camiası. Dolayısıyla da yetkiyi kullanma ve tarımı yönetme zorluğu her dönemde çekilmiştir

Dolayısıyla ülkemiz tarımının sorunlarını gündeme almayıp âdeta yokmuş gibi davranmak, ülke tarımının sorunlarını görmezden gelip ertelemek ortak tarım dilini konuşamamaktan kaynaklanmıştır.

 “O kadar sorun varken yalnızca sorunları öteleyerek, görmezden gelerek ve kangrene dönen bu sorunları üst makama veya mevkiye doğru raporlama yapmayıp, her şeyin güzel ve sorunsuz olduğu söylenerek bu zamana kadar gelindi.” Oysaki bu sorunları çözebilecek kapasitede hatta ülkemiz tarımının kalkınması ve dünya tarımında söz sahibi olabilmemiz için, insan kaynakları açısından bu memleket çok adam yetiştirdi. Ama “hepsinin ortak kaderi Hakk’a yürüyüp, sonsuzluğa yolcu olduktan sonra değerlerinin anlaşılması oldu.” Yaradan tekrar müsaade eder mi etmez mi bilemem. Ama hak etmeyenlerin, kadir kıymet bilmeyenlerin elinden alır ve başka toplumlara verir diye de düşünmüyor değilim…

SEKTÖR DIŞI AKIL!

Tarım Bakanlığının kritik öneme sahip kadrolarına kurumdan ve tarım kökeninden gelmeyen bürokratların tercih edilmesi bizlere farklı fikir anlayışlarının olduğunu yorumlatmaktadır. Âdeta “Sizler tarım camiası olarak bu sorunları çözemediniz, bu işleri yürütemediniz, sektör dışı akıl çözecek” mesajı verilmektedir.  Oysaki böyle bir durum geçmişte Bakanlık bürokrasisinde denenmiş ve sonuç olarak karar verici organlar arasında kırılmalara yol açtığı görülmüştür. Tarımda yapılacak ya da yapılmak istenen bu tür uygulamaların sıkıntılar doğurabileceği endişesi yeniden yaratılmaktadır.

Ülke tarımının içine sürüklendiği sorunlar öyle bir çırpıda hâlledilebilecek gibi gözükmüyor. Öncelikle Tarım Bakanlığını sonra da mevcut hükümeti bu konuda bekleyen çok ciddi sınavlar var.  Ana ve yavru muhalefet için hava hoş, gün güzel, onların ülke tarımıyla ilgili herhangi bir endişesi yok, maalesef! Ama sloganları güzel “Her şey güzel olacak!” Ama nasıl?

STRATEJİ, PLANLAMA VAR! AMA UYGULAMA YOK!

Ülkemiz genel olarak tam bir strateji ve planlama ülkesi… Planlamada dünya ülkeleri arasındayız diyebilirim. Her dönem düzenli olarak sektörün tüm bileşenleri toplanır, her kesimden sektör temsilcileri süslü kelimelerle konuşur, nutuklar atılır.

Konuşulur da konuşulur! Ama çözüm yok! Yani… Laf çok ama icraat yok dostlar! İşin doğrusu, yapılan iş havanda su dövmek! Havanda su dövülür mü? Bizim tarım camiasında “döven dövene!” Bu arada “havanda su dövmek” ne demekmiş öğrenelim ki; biraz da ufkumuz açılsın. “Boş yere vakit harcamak.” “Sürekli olarak sonuç alınamayacak bir işle uğraşmak.” Sonuç alınamayacak işlerle uğraşmak ülkemiz tarımını, çiftçiyi ve tüketiciyi perişan etti!

Strateji çok güzel! Planlama olağanüstü! Ama eylem planı yok! Proje yok! Sahaya dönük uygulama yok!  İnsanlar artık strateji ve planlama toplantılarına katılmaktan, takip etmekten yoruldu, insanlara bıkkınlık geldi. Artık yüzümüzü sahaya, uygulama projelerine dönmemiz gerekir. İç Anadolu koşullarında kurak arazide çiftçi hâlâ 150-180 kg/dekar verim alıyorsa, çiftçi sahada damla sulama ile 30-48 saat çıkış suyu veriyorsa, çiftçi sertifikalı tohum kullandığında verimin yüzde 25 oranında etkilediğini bilmiyorsa, damla sulama diğer sulama sistemlerine göre uygulamada daha çok su tüketir hâle geldiyse… Ülke olarak yıllık ne kadar patates, soğan, et, süt, baklagiller vb. ürünlerin tüketimine dair net bir cevabımız yok ise; stratejimiz çok güzel, planlamamız olağanüstü olmuş neye yarar…

Son söz: Dört bir tarafımızdaki tehditler çok büyük! Ülkemiz âdeta fırtınalı bir denizde yüzüyor. Gemi mürettebatı yorgun ve endişeli. Gemideki yolcular ikiye bölünmüş durumda, âdeta birbirleriyle konuşmak bile istemiyor.  Bu yolculukta en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biri siyaset üstü meseleler ve sevgi-saygı, dayanışma, adalet, doğru sözlü olmak, harama el uzatmama, liyakat vb. ahlaki faziletlerde buluşmak…

Kıymetli büyüğüm, meslektaşım Ahmet Mekin Tüzün Bey’in söylediği gibi “Söz konusu olan ziraatsa,  gerisi teferruattır.”

Sağlıcakla kalın…