Kasım 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhur İttifakı olarak Sayın Bahçeli ile birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gidip Maraş’ta piknik yapacağız” demişti. İki lider beraberinde üst düzey bir heyetle 15 Kasım’da KKTC’ye gitmiş ve 46 yıl aradan sonra kısmen açılan Maraş’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu ziyaretten beri Rum-Yunan ikilisi rahat edemiyor. 60 yıldır yapmaya çalıştıkları gibi Kıbrıs’ta Türk’süz bir devlet var edemeyeceklerini her geçen gün daha iyi anladıkları için olsa gerek, kuyruk acıları giderek artıyor. 20 Temmuz’da Kıbrıs’a gerçekleştirilen ziyaret ve bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği mesajlar, Rumları derin endişelere sevk ediyor.

Rum-Yunan cephesi, Türkiye’nin iki kesimli federasyonu bir çözüm modeli olarak artık kabul etmemesinden dolayı kaygılanmış durumda. Türkiye’nin KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet olduğuna yönelik güçlü bir irade sergilemesi, Rumların 60 yıllık ezberlerini bozuyor. 1960’ta kurulan iki federe devletten oluşan federasyonu bizatihi yıkan Rumlar, Türkiye “bağımsız KKTC” vurgusu yaptıkça “federasyon modelini” öne sürmeye başladı. Ancak, Rumların bahsettiği federasyonun 1960 anlaşmalarında Türkiye’nin de kabul ettiği şekilde dizayn edilecek bir federasyon olmadığı ortada. Uluslararası mutabakatla inşa edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Türklerle paylaşmamak için 1963’te fiilen sona erdirenlerin şimdi federasyon modeline sarılıvermesi artık bir anlam taşımıyor.

Türkiye’nin Cumhur İttifakı ile birlikte son yıllarda dış politikada sergilediği daha bağımsız ve millî menfaat odaklı dış politika duruşu, elbette Kıbrıs meselesine de yansıdı. AB ile ilişkilerin hatırına Rum-Yunan kaprislerini çekecek ya da Brüksel’den icazet bekleyecek bir Türkiye yok artık.

Türkiye, kendi çıkarları ve Kıbrıs Türklüğünün bekası ve refahı için daha aktif, cesur ve iddialı politikalar benimseyip kendi bildiğini öne çıkarmaya kararlı. Dolayısıyla, AB ya da BM’den dayatılan “federasyon temelli çözüm” adı altındaki çözümsüzlük Türkiye tarafından tamamen rafa kaldırılmış durumda. Türkiye, edilgen bir aktör olmadığı için artık kendi tezlerini daha güçlü bir sesle dünyaya ilan edebiliyor.

Türkiye için adada “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında bir devlet yok. O devlet, Rumların Türkleri adada azanlık yerine koymaya çalıştıkları dönemde, katliamlarla Türk varlığını yok etmeye çalıştıkları günlerde Rumlar tarafından ortadan kaldırıldı. Türkiye’ye göre Kıbrıs’ta biri KKTC olmak üzere iki egemen devlet var. Yeni dönemde çözümün tek şartı da Rumlar tarafından KKTC’nin bağımsızlığının ve egemen eşitliğinin kabul edilmesinden geçiyor.

Şimdiye kadar BM himayesinde yürütülen müzakerelerden hiçbir anlamlı sonucun çıkmamış olması, federasyon esaslı bir çözümün mümkün olmadığının iki tarafça da anlaşıldığını göstermeye yeterli. Buna rağmen, niçin Rum-Yunan cephesinin feryat figanla ‘federasyon isteriz’ diye tutturuyor? Onların derdi, tüm adada egemen olacak bir Rum devletinde Türkleri azınlık statüsüne düşürmek ve böylelikle şu an egemenlik kuramadıkları kuzey kesimine de sahip olmak.

Bu senaryonun hiç de gerçekçi olmadığı ortadaysa da Rumların bunu öne sürmesi, meseleyi sürüncemede bırakmaktan başka bir amaç taşımıyor. Çözümsüzlüğü çözüm sanan Rumlar, hâlâ eski kafa ve söylemlerle Türkiye’yi oyalamak istiyor, ancak Türkiye bu tuzağa düşmeyecek.

Diğer taraftan, KKTC’de Mustafa Akıncı gibi kıblesi Atina, zihniyeti ENOSİS olan bir şuursuzun yerine Ankara’dan başka bir başkente yüzünü dönmeyen ve Türklüğün bekâ mücadelesine samimiyetle inanan Ersin Tatar’ın KKTC’de işbaşında olması, Türkiye’nin elini güçlendiriyor. Türkiye, Cumhurbaşkanı Tatar’ın ve KKTC hükûmetinin Türkiye ile paralel bir tutum sergilemesinden aldığı güçle, Kıbrıs’ta çözümün şartlarını belirleyen taraf konumuna yükseldi. Brüksel, Atina ya da Vaşington’dakiler Türkiye’nin yeni pozisyonundan rahatsızmış, kimin umurunda!