Yürürlükteki bütün düzenlemelere rağmen kadına karşı şiddet olgusunun devam etmekte olması, bu meselenin çok yönlü ve çok boyutlu ele alınması zaruretini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Kadına karşı şiddet olgusu geçmişten günümüze hep var olmuş bir gerçektir. Bu sebeple şiddetin sonuçları üzerinden meselenin konuşulması çözüm odaklı bir yaklaşım olmayacaktır. Zira şiddetin varlığı hukuk devleti iddiasının olduğu hiçbir yerde kabul görmez. Olması gereken şiddetin önlenmesidir. Şiddetin önlenebilmesi için de şiddeti doğuran meselelerin ortaya konması gerekir. Bu kapsamda şiddet mağduru kadınlar açısından “Niçin ilgili suçun mağduru oldukları” sorusunun cevaplanabilmesi gerekir. Cezalandırma basit bir eylemdir ve meselenin tek başına çözümü değildir.

Zira ceza hukuku son çaredir. Son çare olması ise çözülmesi gereken meselenin önce hukuk dışı araçlarla çözülmeye çalışılması, hukuk dışı araçların yetersiz kalması halinde ise medeni ve idare hukuku tedbirleri ile sorunun çözümüne gidilmesini ifade eder. Eğer tüm bu aşamalar yetersiz kalmış ise o zaman ceza hukuku tedbirlerine başvurulmalıdır. Özellikle hukuk dışı tedbirlerin burada ön plana çıkarılması gerekir. Eğitim çalışmaları, iktisadi tedbirler, iyileştirici ve destekleyici tedbirler sonuca ulaşmada verimli olursa cezai süreçlerin işlemesine gerek kalmayacaktır. Yürürlükteki düzenlemelerde oldukça fazla suç tipi ve bu suçlar için de ağır cezalar öngörülmesine rağmen kadına karşı şiddet olgusunun devam etmekte olması, bu meselenin çok yönlü ve çok boyutlu ele alınması zaruretini ortaya koymakta, önleyici ve koruyucu tedbirlere odaklanma ihtiyacını da göstermektedir.

Başarılı bir iştir

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu şiddet olgusuna yönelik birtakım düzenlemeler içermektedir. Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu da benzer ve farklı düzenlemelere yer vermekteydi. Ancak mülga TCK’nın 1/3/1926 tarihinde kabul edildiğini ve 1/7/1926 tarihinden itibaren yürürlüğe girdiğini unutmamakta fayda var. 765 sayılı TCK’nın birçok hükmü teknik ceza hukuku eleştirileri dışında kullanılan kavramlar ve eşitlik ilkesine aykırı hükümler nedeniyle eleştirilmektedir. Özellikle kadına bakış açısının ayrımcı olduğu izlenimini veren bu hükümler gerek çağdaş gelişmeler gerekse modern hukuk karşısında varlığını devam ettirmemeliydi ve nitekim bu hükümler 5237 sayılı TCK’ya alınmamıştır. İki kanunun gerek hazırlandığı dönemler itibariyle gerekse kadın hakları konusunda ortaya çıkan olumlu gelişmeler nedeniyle böyle bir farklılık arz etmesi son derece olağandır. Savaştan yeni çıkmış, eğitimli kadrolarının birçoğunun cephede şehit veya gazi olduğu, bir taraftan yokluklar içinde boğuşurken demokratik bir toplum inşa etme güdüsü sürenin hemen başında ceza kanununun kabul edilmesi ve yürürlüğe konması son derece başarılı bir iştir.

Öncelik kadında

Bazı eksikliklerin zamanla düzeltilmesi işin doğasında vardır. Zaman içerisinde hukukçu sayısının artışı beraberinde hukukun da gelişmesini sağlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmiş hukukçusu bulunmayan ve Avrupa ülkelerinden hukuk iktibas eden bu millet artık kendi yetişmiş hukukçuları marifeti ile kanunlarını yapmakta ideal hukuk anlayışına ulaşmış bulunmaktadır. Mülga kanun döneminde kadına karşı gerçekleştirilen suçlar Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler bölümünde düzenlenmişti. Bu durum kadının bir birey olmaktan ziyade topluma aitmiş gibi görüldüğü yönünde haklı olarak eleştirilmekteydi. Bir davranışın ceza hukuku bağlamında yaptırıma bağlanması onun suç olarak düzenlenmesi ile mümkündür. Bir davranışın suç olarak düzenlenmesi de belirli bir amaca hizmet etmek zorundadır. İşte suçun düzenlenmesi ile güdülen amaç bir takım hukuksal değerlerin korunmasıdır. Buradan hareketle kadına karşı işlenen suçların genel adap ve aile düzenine karşı suçlar bahsinde düzenlenmesi korunmak istenen öncül hukuksal değerlerin kadınlardan ziyade genel adap ve aile düzeni olduğunu söylemek mümkündür. Ancak kadının suç mağduru olduğu durumlarda önceliğin kadın olması gerektiği açıktır. Aksi halde özellikle takibi şikayete bağlı suçlar bakımından şikayet hakkının kim tarafından kullanılacağı, kişinin bazı fiillere göstereceği rızanın geçerliliği gibi teknik hukuki sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple kadına karşı şiddet olgusunda ya da kadının suç mağduru olduğu durumlarda önceliğin suç mağdurunun hukuksal değerleri olması gerekir. Elbette işlenen her suç ile kamu düzeni bozulmaktadır. Ancak bireye karşı gerçekleştirilen bir suçta kamusal düzenin öncelikle değerlendirilmesi suçlulukla mücadelede etkinliği zayıflatır. Kadına karşı işlenen suçlar bakımından mülga kanunda yer alan bu anlayış 5237 sayılı TCK ile terk edilmiş ve kadının hukuksal değerleri öncelikli hale getirilmiştir. Nitekim yürüklükteki ceza kanununda bu suçlar kişilere karşı suçlar içerisinde düzenlenerek korunan değerin bireye ait olduğunu ortaya koymuştur.

Yeni Ceza Kanunu Anayasa’da güvence altına alınmış olan eşitlik ilkesini gözeten düzenlemeler içermektedir. Kanuna göre “Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz”. Eski ceza kanununda Kız ve Kadın ve Erkek Kaçırmak faslında yer alan suçlar yeni ceza kanununda herhangi bir cinsiyet ayrımı gözetmeksizin Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakma suçu bağlamında düzenlenmekte ve burada cinsiyet temelli bir ayrıma yer verilmeyerek mülga düzenlemedeki kadına bakış açısı modern hukukun ve çağımızın algısına uygun hale getirilmiştir.

Kabul edilemez

Yürürlükteki kanunda töre saikiyle öldürme kasten öldürme suçunun nitelikli halini oluşturmaktadır. Mülga kanunda ise töre saikine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktaydı. Kadının aile meclisi kararıyla “kirlendiği” ve “temizlenmesi gerektiği” gibi bir takım hukuk dışı saiklerle öldürüldüğü haller mer’i kanunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmakta ve kadının erkek bakış açısıyla değerlendirilmesini engellemektedir. Hukuk devletinde suç işleyen bir kişi olduğu zaman Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerimiz ilgili kişinin cezasını tayin edecektir. Buna alternatif oluşturacak şekilde bir takım gelenek ve göreneklere dayalı davranışların hukuk düzeninde yeri yoktur. Gelenek, görenek adı altında hukuk düzenine alternatif oluşumlara meşruiyet tanımak bu bağlamda kabul edilemez. Zira suçun işlenmesi ile kamusal düzen bozulmaktadır. Toplumun hukuk devletinden beklentisi bozulan kamusal düzenin yeniden tesisini sağlamasıdır. Bu sebeple çağdışı bu uygulamaların kasten öldürme suçuna göre daha fazla cezalandırılması oldukça isabetlidir.

Daha fazla ceza

Kadına karşı şiddet olgusu bağlamında şiddet fiillerinin eşe ya da boşandığı eşe karşı gerçekleştirilmesi nitelikli haldir ve daha fazla cezalandırılmaktadır. 12/5/2022 tarih ve 7406 sayılı Kanun ile TCK’nın çeşitli maddelerine eklemeler yapıldı. Böylece kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet, tehdit suçları kadına karşı işlendiği takdirde faile suçun temel şekline göre daha fazla ceza verilecektir.

Ceza hukukunun kadına bakışı çağdaş toplum olmanın gereği olarak olumlu bir şekilde seyretmektedir. Bu konuda düzenleme açısından gelişmiş ülkelerdekinden bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak kanuni düzenlemelerin tek başına bu şiddet olgusunu önlemeyeceğini tekrar vurgulamak gerekir. Cezai tedbirlere paralel bir şekilde eğitimler düzenlenmesi, farkındalık oluşturulması, iktisadi ve sosyal yönden iyileştirici ve destekleyici tedbirler alınması, medeni hukuk ve idare hukuku yaptırımlarına başvurulması sorunun çözümü için zaruridir. Tehlike altındaki şiddet mağdurlarını koruyucu tedbirlerin alınması şiddetin önlenmesi bakımından hayati önem taşımaktadır. Devlet kurumları ve sivil toplum yapıları ile vatandaşlarımız arasında oluşan farkındalık çerçevesinde şiddetle mücadele adına önemli mesafeler de alınmıştır. Hem önleyici tedbirler hem de müdahale tedbirleri aynı zamanda da cezai tedbirlerde kadının haklarını koruyucu önemli adımlar atılmıştır.

Benzer şekilde infaz rejiminin de cezalandırmaya ilişkin normlarla uyumlu olması gerekir. Aynı zamanda hukuk dışı unsurların ortaya çıkardığı şiddet eğiliminin önüne geçilmesi için de farklı disiplinlerin eşgüdümünde çaba gösterilmelidir. Türk töresinde de savunmasız bir insana saldırmak, mazlum bir cana kastetmek affı imkansız bir haldir. Kadına şiddet bitmeden insanlık değerleri ile bütünleşmiş bir toplum olunduğunu ifade etmek de mümkün değildir.