Ekonominin dijitalleşmesiyle, alışılagelmiş ekonomik faaliyetler de dijitalleşiyor. Daha önce gazete ve televizyon yayıncılığında harcanan reklam bütçelerinden bir kısmı dijital faaliyetlere kayıyor, ticaret elektronikleşiyor. Buna ek olarak dijital dünya da başlı başına yeni ürünler ve müşteri tanımları ile bir ekonomi oluşturuyor. Örneğin, sosyal medya fenomenliği gibi yeni ekonomik faaliyetler meydana çıkıyor. Şöyle bir düşününce dijital ekonomi çok büyük bir kavram. Dijital ekonominin vergilendirme yönü de bu ekonomiyi anlamayı gerektiriyor.

Devletler bu dijital dönüşüm nedeniyle vergi kaybına uğruyor ve bu vergilerin önemli kısmı dijital platformların merkez ülkelerine kayıyor. Türkiye’deki herhangi bir televizyon, alamadığı reklam nedeniyle para kazanamaz ve vergi veremezken, Facebook aldığı reklamlarla para kazanıyor, Zuckerberg servetine servet katıyor, vergisini Amerika’da ya da vergi cenneti başka bir ülkede veriyor. Bu, ülkenin kaybıdır.

Sosyal medya ve internetteki vergilendirmeyi ise birkaç başlıkta incelemek mümkün.

Birincisi, bu mecralarda yabancı şirketlere para ödeyerek reklam veren vatandaş ve şirketlerin vergilendirilmesi. Uzun süredir vergilendirme olmayan bu alanda geçtiğimiz yıl itibariyle %18 KDV ve %15 stopaj vergisi uygulanmaya başladı. Bu, reklam veren kendi vatandaşımız açısından ek bir vergi anlamına geliyor. Ancak bir yandan da reklam vereni yerli mecralara yönlendiriyor, yabancı mecraları da Türkiye’de vergi numarası almaya zorluyor.

İkincisi, bu mecralar üzerinde para kazanan fenomenlerin ya da şirketlerin kazançlarının vergilendirilmesi. Bu iki çeşit olabiliyor. Örneğin, bir fenomen yayınladığı videoların izlenmesine oranla doğrudan Youtube’dan para kazanabiliyor. Bir diğeri de, çok takip edilen hesapların, aynı filmlerde masa üstüne konan kolada olduğu gibi gizli reklamlar almaları. Örneğin bir ayakkabıyı çok beğendiklerini bir paylaşım ile duyurmaları. Çoğunlukla bunun arkasında ticari bir gelir olabiliyor. Maliye, 2017’den bu yana bu alanları inceliyor ve bu alandaki vergilendirmeyle ilgili kanun değişikliklerini yaptı. Şu net ki, bu mecralardan kazananlar bu vergileri ödemiyorsa cezalarla karşı karşıya kalabilirler.

Türkiye, KDV ve stopaj yoluyla tüketici üzerinden vergilendirme ve sosyal medya üzerinden kazanan birey ve şirketlerin kazançlarını vergilendirme konusunda aşama katetmiş durumda. Üçüncü ve en önemli başlık ise bizlerin gönüllü şekilde ürettikleri içerikler sayesinde, reklamlar ve veri satışları yoluyla önemli kazançlar elde eden çok uluslu şirketlerin gelirleri nasıl vergilendirilebilir ki yabancı ülkelere giden bu paranın bir kısmı burada kalabilsin. Türkiye, bir süredir bu yabancı şirketleri kendi hukukuna uydurmak için sopa göstermekten çekinmiyor. Bundan önce Paypal ve Booking.com önemli yaptırımlara uğradı. Facebook ve benzerleri Türkiye’de ofis açarak vergi numarası alarak, gönülsüz de olsa Türkiye Cumhuriyeti’ne muhatap oldular.

Bu konu yalnızca biz değil, gelişmekte olan ülkeler için de ana gündem maddesi. Bu hafta, OECD Başkanı dijital ekonominin başatlarından çok uluslu internet şirketlerinin vergilendirilmesi ile ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada bu dijital faaliyetlerin gelişmekte olan ülkelerde hiç ya da çok az vergilendirilebiliyor olmasına ve var olan vergi mevzuatlarının arkasından dolaşmalarına bir çözüm üretebilmek üzere OECD olarak görev üstlendiklerini, gelişmekte olan ülkelere bu yıl bir yöntem sunabileceklerini belirtiyor. Gelişmekte olan ülkelerden Yeni Zelanda, çok uluslu internet devlerine % 2-3 oranında gelir vergisi uygulayacağını duyurdu bile.

Türkiye, GAP projesi ve onlarca baraj ile “Su akar Türk bakar” sözünü “Su akar, Türk yapar”a çevirebildi. Sıra, dijital ekonomi akarken “Dijital akar, Türk yakalar” dedirtebilmekte.