Dünyanın yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor ve şehirleşme oranı %60’ın üzerinde. Bu oranın ülkemizde %80’in üstüne çıkması, doğa ve tarım ile olan ilişkilerimizin hayatımıza etkilerini daha da önemli kılıyor.

Doğada vakit geçirmenin, minik ellerle tarımsal faaliyetlere dâhil olmanın çocuklara çok fazla yarar sağladığına ve değer kattığına inanan insanlardanım. Dolayısıyla doğada zaman geçiren, tarımsal faaliyetlerin içinde olan çocuğun fiziksel sağlığı güçlenir, yaratıcılığı gelişir, her şeye daha iyi odaklanır ve en önemlisi de kazanmış olduğu çevre bilincini geliştirir. Doğa, âdeta çocuklar için mucizedir. Çocukların zihinsel ve ruhsal olarak iyileşmesine yardımcı olur.

Tarımsal faaliyetler nasıl yapılıyor? Yediğimiz gıda ürünleri nasıl yetiştiriliyor? Tüketilen gıda ürünleri, tarladan sofraya nasıl geliyor? Bu ürünler marketlerde viyoller içinde mi yetişiyor? Çilekler ağaçtan mı toplanıyor? Bu gibi soruların cevabını tarlada, arazide üretimin içinde olarak öğrenmek, onlara tamamen farklı yeni bilgi ve beceriler kazandıracaktır.

Tüketimin yanında üretimin de önemini, bilincini taşıyan çocuklar yetiştirmek önemlidir. Doğaya saygı, çevre bilinci ve çevre sorunlarına duyarlı çocuklar yetiştirmenin yolu eğitimden geçer. Bu eğitimin verimli olması, etki yolu ise tek kelime ile çocukların doğada olmasından geçer!

Gelişen, her gün yeni atılımlar yapan teknoloji, bir taraftan çocukların hayatlarına bir sürü kolaylık getirirken, diğer taraftan kent çocuğu olmaları yolunda koşar adım ilerlemesine yardımcı oldu. Masa başında oturan, okul derslerini bilgisayar üzerinden yapan, kalan diğer vakitlerinde tablet-telefon gibi IT teknoloji aletlerini elinden düşürmeyen, gruplar hâlinde saatlerce bilgisayar üzerinde oyun oynayan, tablet-telefon ve bilgisayarla çokça vakit geçiren çocuklar yetişti/yetişiyor maalesef. Özetle günümüz kent çocukları doğa ve tarımsal faaliyetler ile haşır neşir olamıyor. Doğadan, tarımdan, üretimden ve farkında olamasak da, Türk örf, âdet ve geleneklerimizden çocuklarımız giderek uzaklaşıyor!

Kabul etmek gerekir ki; Kovid-19 salgını her birimizin hayatında şimdiye kadar rastlamadığımız büyüklükte bir belirsizlik oluşturdu. Ne yapmamız gerektiğini de tam olarak bilemiyoruz. Çocuklar okula gidemiyor ve evden eğitim almaya çalışıyorlar. Anne babaların bir kısmı evden çalışıyor, bir kısmı ücretsiz izinde ve diğerleri de kendi işlerini kısıtlamalar nedeni ile yapamıyorlar. Karışık, belirsiz bir durum… Bu belirsizlik içinde okulların kapanması da, daha çok kent çocukları olma yolunda süreci hızlandırdı.

Eğitimin okullarda sınıf ortamında verilmesinden ziyade doğal ortamlarda, uygulamaya yönelik ve günlük yaşamda kullanılabilir şekle dönüştürülüp verilmesi çok önemlidir. Çünkü doğada bulunan, toprağa eli değen, bitkilere, hayvanlara dokunan çocuk doğaya sevgi besler, saygı duyar. Örneğin Japon eğitim-öğretiminde ilkokul öğrencilerinin çok sayıda bitkiyi ve evcil hayvanları görerek öğrenmesi, eğitimin temel öğesi olmuştur.

Toprakta çıplak ayakla gezmenin stresi azalttığı ve vücuttaki elektriği aldığı söylenir. Kronik hastalıklara iyi geldiği ve yaşlanmayı geciktirdiği de söylenir. Kanserden damar sertliğine, romatizmadan astıma kadar pek çok hastalığı, toprağa çıplak ayakla basmak bu etkileri yok edecek güce sahip. Faydalarını saymakla bitiremeyiz… Bir tarafta her adımı takip edilen, pamuklar içinde kent çocukları. Diğer tarafta okula ve boş zamanlarına müdahale etmeyen, yaşa uygun bazı görevlerin kırsal alanda büyümenin bir parçası olarak görülebilecek, pantolonu varsa kazağı olmayan; ayakkabısı varsa, çorabı olmayan, toprakta çıplak ayakla gezmenin nimetlerini sonuna kadar kullanan kırsalın çocukları, köy çocukları, tarım işçileri çocukları…

Anne-baba kent çocuklarının arkasından ayrılmaz, her şeyini kontrol eder, çorapsız dışarıya çıkarmaz, âdeta üzerlerine titrer. Sonuç: En ufak bir rüzgârda aksıran, öksüren hasta olan ya da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu var diye doktor doktor gezdirilen, ilaçlara boğulan kent çocukları…

Diğer tarafta imkânları ölçüsünde her şeyi kendisi kurgulamaya çalışan; çıplak ayak her zaman toprak üstünde, bazen donu olur bazen olmaz, yaşına oranla baba veya abisinin yanında, ya kuzulara bakar ya da buzağıları otlatır. Dikkatlidir, ara ara kuzularını sayar, kuzu ve buzağıların arkasından koşmaktan bitkin düşer. Akşam yemeği sonrası yatağa kendini zor atar. Nerede dikkat eksikliği? Nerede hiperaktivite bozukluğu? İşte bu çocuklar tarımsal faaliyetin içinde doğası gereği bağışıklığı güçlenmiş, analiz yapabilen, kurgulayan kırsalın çocukları, köy çocukları…

Bir köy çocuğu

Bir öğretmen (ziraat mühendisi)

Bir kitap ve bir kalem ülkemizi değiştirebilir, ülke tarımını değiştirebilir!..

Dünyada çocuk işçiliği, birçok ülkenin sorunudur. Dolayısıyla Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Yılı’nı başlatıyor. Dünya devletlerinden 2025 yılına kadar, her türlü çocuk işçiliğine son vermek için etkili, acil önlemler almalarını istiyor.

İLO’ya göre çocuk işçiliği son 10 yılda %38 azaldı ancak yine de etkilenen 152 milyon çocuk işçinin varlığından söz ediliyor. Kaydedilen ilerleme her bölgede aynı düzeyde olmadığını gösteriyor. Çocuk işçiliğinin yaklaşık yarısı (72 milyon çocuk) Afrika’da yaşanıyor ve onu Asya- Pasifik hinterlandı(62 milyon) izliyor. Çocuk işçilerin %70’i tarımda, esas olarak geçimlik ve ticari tarım ve hayvancılıkta çalışıyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm dünyada kabul görmüş ve saygı duyulan bir lider olarak asla silinmeyecek/silinemeyecek izler bırakmıştır. Çocuk işçiliğinin konuşulduğu bir dünyada, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından tüm dünya çocuklarına armağan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı her yıl düzenli olarak kutluyoruz. Atatürk ile ulusumuz ile ne kadar övünsek azdır.

Geleceğimizin yıldızları, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 101. yılı kutlu olsun. Son söz: Bugünün köy ya da kırsal alan çocukları, yarının kent bireyleri olma yolunda hızla ilerliyor. Geleceğin kentli iş insanları, onlar olacaklar!..