Doğu Akdeniz’de tansiyon düşecek gibi görünmüyor. Bunun başlıca sebebi, Yunanistan’ın birbiri ardına gelen provokasyonları. Son olarak, Antalya’nın dibinde yer alan ve uluslararası antlaşmalar gereğince silahsızlandırılmış olması gereken Meis Adası’na askerî sevkiyat yapılması. Atina’daki basiretsizler, Meis Adası’na birkaç Yunan askeri çıkardıklarında Türkiye’nin Akdeniz’deki haklı ve meşru politika ve eylemlerinden vazgeçeceğini sanıyorsa büyük hata yapıyorlar demektir.

Türk-Yunan ilişkilerinde 1960’tan beri Kıbrıs merkezli sorunlar yaşanıyordu. Ege sorunu, kıta sahanlığı ve Batı Trakya Türk azınlığı da iki ülke arasında birçok kez gerilime sebep oldu, olmaya da devam edecek. Son yıllarda ise Kıbrıs’ın güneyinde bulunan doğal gaz yataklarının bölgenin stratejik önemini arttırmasıyla, iki ülke arasında enerji odaklı bir mücadele de söz konusu olmaya başladı.

Türkiye’nin kendi imkânlarıyla Karadeniz’de doğal gaz keşfi yapması ve benzer bir haberin Akdeniz’den de gelmesinin muhtemel olması, haliyle Yunanistan’ı panikletti. Atina’nın kara sularını 12 mile çıkarmayı dile getirmesinin ardından, Türkiye’nin bunun savaş sebebi saydığını hatırlatmasının Yunanistan’a kâbus yaşatacağı kesin.

Yunanistan ve avanesi için asıl hedef, Türkiye’nin Akdeniz’de küçücük bir alana hapsedilmek suretiyle bölgesel güç olma potansiyeline ket vurmak. Atina ve peşine takılan gafiller, Türkiye’nin sınırlarının ötesinde nüfuz sahibi, bölgesinde liderlik edebilecek ve gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecek güçlü bir devlet haline gelmesine engel olmak derdinde.

Yunanistan, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinin “Mavi Vatan” haritasında olduğu gibi geniş bir alanı kapsamasına müsaade etmemek için gerilim çıkarmaktan başka bir çare göremiyor. Aklınca, Türkiye “sorun çıkaran taraf” olarak lanse edilecek ve ABD, İsrail ve AB gibi aktörleri Türkiye karşısında pozisyon almaya teşvik edecek. Yani kendi başına Türkiye ile baş edemeyeceğinin farkında olan Yunanistan, Türkiye ile çıkar çatışması yaşayan tüm ülkeleri bir cephede buluşturmaya çalışıyor. Bu kapsamda en büyük umut bağladığı yer şüphesiz ki Brüksel. Bu noktada devreye Fransa giriyor.

Fransa, Libya’da Türkiye’nin dengeleri değiştirmesiyle yaşadığı mağlubiyetin verdiği kuyruk acısıyla Türkiye’ye karşı Akdeniz’de oluşan cepheleşmeye elinden geldiğince destek veriyor. Yunanistan ve Kıbrıs’taki Rum Yönetimi, hem Akdeniz’de doğal gaz arama faaliyeti yürüten Total gibi Fransız şirketlerine bel bağladığından hem de Fransa’nın Brüksel’de karar alma mekanizmasına etki edebileceği beklentisi taşıdığından Fransa’nın desteğine muhtaç. Paris’teki basiretsizler ise Türkiye söz konusu olduğunda “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek Atina’ya lâyığından fazla değer atfediyor.

Fransa’nın Türkiye karşıtlığında öne çıkıyor olmasının bir sebebi daha dün basına yansıdı. Mısır’a 20 adet savaş uçağı satan Fransa, Akdeniz’deki gerginliği fırsata çevirip Yunanistan’a da bu uçaklardan satmak niyetinde. Yunanistan ise Türkiye karşısında caydırıcılığını arttıracağı gibi boş bir umutla bu uçakları almak istiyor. Fransa’nın, Libya’da Hafter güçleri tarafından kullanılan 8 uçağı Atina’ya hibe edeceği, Mısır’a gönderilecek uçaklardan 10 tanesini de aciliyet gerekçesiyle Yunanistan’a kaydıracağı söyleniyor. Sadece bu savaş uçağı satışı haberleri bile Mısır-Hafter-Yunanistan-Fransa arasındaki kader ortaklığını anlatmaya yeterli.

Bu ülkeler bir araya gelip Türkiye’yi Akdeniz’de sıkıştırmaya çalışsalar da, ne Yunanistan’ın Meis’e gönderdiği askercikler ne de Fransa’dan alacağı uçaklar Türkiye’nin kararlı şekilde yürütülen politikalarında değişikliğe sebep olmayacaktır. Üstelik Fransa’nın da tüm AB’yi istediği doğrultuda yönlendirebilme potansiyeline sahip olmadığı belli. Dolayısıyla beyhude çabalayan bu ülkeler, Türkiye’nin Akdeniz’de kimseye taviz vermeyecek kudrette bir ülke haline geldiğini artık anlamak zorunda. Bunu ya seve seve öğrenecekler ya da başlarını döve döve.