Milletler için dil neden önemlidir? Bu soru düşünce tarihi içerisinde cevaplanması gereken bir sorudur. Bu bağlamda düşünce tarihinde karşımıza çıkan birçok “sosyal bilimci”, “araştırmacı”, “akademisyen” ve “uzman” bu soruyu ele almış ve açıklamaya çalışmıştır. İfade edilen çabalar sonucunda verilmiş olan cevaplar ise hem birbirinden değerli hem de bu alanda araştırma yapanlar için geniş bir kaynak oluşturmaktadır. Ancak bir düşünceyi belirli zaman dilimine veya daha önce verilmiş cevaplara sıkıştırmak onu “fotoğraf karesi” gibi dondurmaktır. Hayat dinamik ve canlı olduğu için donmak, dondurulmak tarih dışı kalmak, mevcudu ıskalamak olacaktır. Bu nedenle dil meselesi her an üzerine yeni değerlendirmelerin yapılması zorunlu olan veya onun önemine tekrar tekrar vurgunun yapılmasını gerekli kılan bir meseledir. Düşünce tarihinde önemli bir problem olarak ele alınan dil, bugün de üzerinde her zaman ciddi değerlendirmeler yapılan, tartışılan bir konudur. Türk dili açısından da düşünce geleneğimiz içerisinde yer alan ve bu soruya günümüz gerçekleri çerçevesinde cevap veren birçok değerli kalem vardır. Bu çalışmalar düşünce geleneğimiz içerisinde Türk dili ile ilgili bizim kaynaklarımızı oluşturmaktadır.

Bu yazıdaki amacımız da; dil meselesi hususunda çeşitli temel kavramlar üzerinden hareketle onun düşüncenin taşıyıcısı olduğunu anlatmaya yönelik bir açıklama getirme gayretinden ibarettir. Burada esas aldığımız kavramlar: Dil, düşünce, varlık, millet ve kimlik kavramlarıdır.

Dil ile düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin düşünce de dilin bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçasıdırlar. Dil düşüncenin kalıbıdır, kabıdır, taşıtıdır. Düşünceyi somutlaştıran dildir. Dille somutlaşmayan düşünce, düşünce değildir. Düşüncenin düşünce olabilmesi, düşünce değeri taşıyabilmesi için, söz hâline gelmesi, yani dillenmesi gerekir, düşüncelerimizi, dil kalıplarına; kelimelere ve cümlelere dökerek başkalarına aktarabiliriz. Ayrıca kelimeler evrendeki varlıkların dildeki karşılıklarıdır, insanoğlu evrendeki varlıkların ve hareketlerin varlığını ancak ve ancak onları adlandırarak kavrayabilir. Konuşan kişinin kullandığı kelimenin karşılığı olan varlık, dinleyenin beyninde ancak kelimenin marifetiyle belirir. Dile getirilemeyen bir varlıktan, bir düşünceden söz edilmez.

Yukarıda dile getirilen bağlamdan hareketle de insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşmaya dil denir. Bu tanım, her tanımlamada olduğu gibi, içerisinde çeşitli sınırlamaları taşır ve bir anlam çerçevesi oluşturulmak isteniyorsa, tanımlar açıklamalara muhtaçtır. Düşünce ise, bir sistematik etkinlik olarak kurgu ve inşadır. Düşünceyi de tanımıyla ele almak onu sınırlandırmak, sığ ve kuru bir içeriğe hapsetmektir. Dil ve düşünce noktasından bakıldığında dilin sınırları çok daha geniş ve hemen hemen her şeyin temelini, özünü kapsayacak derecede de açıktır. Evreni insan düşüncesinin ulaşabildiği en son nokta ile insan arasındaki varlık alanı olarak tanımlarsak, evrende bir varlık âlemi bir de hareket âlemi vardır. Kelimeler bu temel öğelerin dildeki karşılıklarıdır. Varlıkların dildeki karşılıkları adlar, hareketlerin dildeki karşılıkları fiillerdir. Gerek duyu organları ile algıladığımız somut varlıkların, gerekse akıl yoluyla bulduğumuz soyut varlıkların ve hareketlerin dilde kelime olarak karşılıkları bulunmaktadır. Dilde karşılığı olmayan bir varlığın veya hareketin, insan düşüncesinde de olmaması tabiîdir. Öyleyse dilde karşılığı olmayan bir şeyin insan düşüncesinde de karşılığı yoktur. Düşüncenin temel taşı kelimelerdir. Düşünce yeteneğimiz sayesinde, kelimelerle düşünürüz; “Dil düşüncenin evidir.” sözü bu gerçeği ifade eder. Yani düşüncenin barınabilmesi, varlığını sürdürebilmesi için dilin olması şarttır.

Yine tanımsal olarak dil, belirli ve standart anlamları olan sözcüklerden ve bir iletişim yöntemi olarak kullanılan konuşma formlarından meydana gelen yapı ya da bütündür. Birbirleriyle karşılıklı olarak, sistematik bir ilişki içinde bulunan ve sözcük düzeyinde uzlaşım yoluyla oluşan bir anlama sahip olan birimlerden meydana gelen sisteme dil adını vermekteyiz. Ayrıca duyguları, düşünceleri ve seçimleri açıkça göstermeyi mümkün kılan her türlü işaret sistemi olarak dil, bilinç içeriklerini, duyguları, arzuları, düşünceleri tutarlı bir anlam çerçevesi ya da modeli içinde ifade etme yolu ya da yöntemi olarak da tanımlanır.

Dilin varlığı, düşünce yaratımının da var olduğunu gösterir. Diller, insanın iç doğası ile birlikte geliştiklerinden düşünceyi de yansıtırlar. Milletlerin düşünsel özellikleri de, dilsel ifadeler olarak ortaya çıkar. Çünkü her dilin milletlere ait bir biçimi vardır. Dil milletlerin ruhunun dış görünüşüdür; milletin dili ruhudur, ruhu da dili. Dil ile milletlerin bütün özellikleri, karakterleri ortaya çıkar ve bu milletlerin dünya görüşünü dilden çıkarmaya olanak tanır. Milletlerin ayrı ayrı dünya kavrayışı, karakteri sözcüklerin anlamında belirginleşir. Çünkü bir algıdan meydana gelen sözcük, nesnenin bir izlenimi değil, nesne tarafından ruhta uyandırılmış tasarımın bir izlenimidir. Yani dil millet varlığının taşıyıcısıdır.

Zira dil, yaşamın bütün alanlarında, günlük yaşamın en yalın olaylarında, bilimin ana formlarında görenekler ve törelerde, inançlarda ortaya çıkar. Dil her türlü maddesel yaşamın, tekniğin ve ekonominin koşulu olduğu gibi, dinin, hukukun, felsefe ve sanatın da yapı taşı, yegâne taşıyıcısıdır. Diller ve öğeleri bir çağdan diğerine geçe geçe geldiği için, geçmişin şimdiki zamana etkilerini gösterir ve kültürün en derinlerine kadar işler. Düşünme ve duyma biçiminin bir kavrayış şekli olarak dil, yaratıcı yaşam ilkesi olarak düşünceyi de geliştirir. Zengin yani yaratıcı dil, zengin yani üreten kültürdür.

Bir metin, teori, söylem, izm veya üst-anlatı üzerine en sade yani tam indirgemeci bir değerlendirme istendiğinde, aslında bunların bütünsel olarak ifade edebilecek bir tekil kavramla özetlenmeleri istenmektedir. Siyasal bir ideoloji olarak milliyetçiliği de en sade şekilde özetlemek gerekirse onun bir “dil” savunusu olduğu ifade edilebilir. Bir iletişim aracı olarak tanımlanan dilin sadece bu şekilde bir içerikle ifade edilmesi onun hapsedilmesi anlamına gelir. Zira dil, düşünce ve varlık arasındaki ilişki incelendiğinde “dilin” zikredilen bu sınırları aştığı ve hatta her şeyin temelinin olduğu görülecektir.

Bunun içindir ki, Türk dili bütün ilim yapılabilen diğer dillerde de olduğu gibi, kendi milli özelliklerini Türk sosyal hayatının yapısına göre yansıtır. Türk kimliğinin ve kültürünün ana omurgasını meydana getirir.

Dilin bir millet için taşıdığı önem üzerine herkes hemfikirdir ancak bu sadece önemli olduğunun söylenmesinden öte çaba ve samimiyet istenmesi gereken ve yine bir millet için varoluşsal bir konudur. Ülkemizde dil hassasiyeti milliyetçi gelenek tarafından taşındığından, yine bu geleneğin entelektüellerinin konu edindiği bir duyarlılık meselesi olarak görüldüğünden dolayı bir türlü devlet politikasına dönüşememiştir. Oysa dil meselesi bir siyaset meselesi değil, bir millet sorunu ve bir devlet politikasını içermeyi zorunlu kılan bir problemdir. Ancak ifade edilen yönde politikaların tatmin edici bir düzeyde geliştirilememesi yine dil üzerine yapılan değerlendirmeleri, milliyetçilik dil ilişkisi üzerine bir incelemeye yani bu gelenek üzerinden anlama ve açıklama çabasına dönüştürmektedir.

Devletlerin bir dil politikası olmalıdır. Lakin bu politikanın tarihsel tecrübeyi dikkate alması gerekir, yürürlüğe konulacak uygulamalar ancak bir dil öğesinin karınca sabrıyla günümüze kadar tekâmül ederek geldiğinin bilinmesi temel kabulüyle gerçekleştirilmelidir. Bir dil dünyası oluşturmak hassas ve uzun soluklu bir faaliyettir ve sabır gerektirir. Aceleci her müdahale veya tarihsel bir bağlamdan kopuk her türlü müdahale milletlerin dil dünyasında onarılmaz kırılmalara, bilinçlerin yaralanmasına neden olur.

Farklı türden kültür hayatlarının tanınması veya içselleştirilmesi, farklı inançların sahiplenilmesi, bir kimliği “dilde” olan bölünme kadar etkileyemez. Nasıl ki dil, bir milletin ruhunun somutlaşmış hâli ise, bir milletin temel karakterini ortaya koymaktaysa, aynı zamanda o milletin geleceğinin de en önemli unsurlarındandır. Bir gelecek inşa etme arzusunda olmak ancak bir dil dünyası inşa etmekle mümkün olur.

Dil, milletin kültürünü gelecek kuşaklara taşır, o milletin düşünce yapısını belirler. Devletin siyaseti, felsefesi dil ile kurulur, dil ile uygulanır, dil ile belirlenir. Bunun için dil milletlerin kültür hayatında son derece önemli olduğu gibi, Türk dili de Türk kimliğinin geleceğe aktarılmasında temel taşıyıcı konumundadır.

Not: Bu yazıda Bedia Akarsu, “Wilhelm Von Humbolt’da Dil, Kültür Bağlantısı” ve Ali Fuat Başgil’in “Dil Meselesi” adlı çalışmasından yararlanılmıştır.