Enerji güvenliğinin stratejik önemini anlamamızı sağlayacak birçok veri var. Bunlardan biri de savaş başladığından bu yana Rusya’nın tüm yaptırımlara rağmen günde yaklaşık 1 milyar dolarlık gelir elde etmesi. Yapılan bir hesaplamaya göre, savaşın ilk yüz gününde Rusya, AB ülkeleri başta olmak üzere yaptığı enerji kaynağı ihracatından 93 milyar dolar gelir elde etti. Yaptırımlar ve bazı ülkelerin Rusya’dan petrol ve doğalgaz ithal etmeme kararı sebebiyle ihraç miktarında azalma olmasına rağmen, geçen yıla göre yaklaşık %60 oranında daha pahalı satış yapan Rusya, bu ticaretten ciddi bir gelir elde etti. Bu aslında savaşın maliyetinin fazlasıyla karşılandığı anlamına geliyor. Hatta bunu Rusya’nın savaş masraflarını AB ülkelerine ödettiği şeklinde yorumlamak dahi yanıltıcı olmaz.

Bazı ülkeler enerjiye Rusya haricinde bir kaynaktan ulaşmak için arayış içerisinde olsa da bunun kısa sürede gerçekleşemeyeceği biliniyor. Dolayısıyla AB ülkeleri Rusya’ya cephe açmış olsa da sanayinin işlemesi için Rusya’nın ihraç edeceği enerjiye eli mahkûm. Bu durum, AB için büyük bir ikilem yaratıyor. Zira bir yandan Rusya’yı cezalandırmak isteyen AB, diğer yandan Rusya’nın savaş bütçesine maddî katkı sunuyor. Rusya açısından bakıldığında ise şöyle görülüyor: Artan fiyatlar sayesinde daha çok gelir elde ederken enerji ihracatını durdurma kozuyla AB’nin hareket alanını daraltmak mümkün.

Enerjinin ekonomide oynadığı kritik rol de dikkate alındığında enerji ihraç eden ülkelerle ithal eden ülkeler arasındaki ilişkilerin kritik bir anlam taşıdığı kolayca görülüyor. Bu sebeple, alışverişin her iki tarafı da karşısındaki ile iyi ilişkilerini sürdürmek ve ticaretin aksamadan devamını sağlamak niyetinde. AB enerjiye ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, Rusya da o ihracatla elde edeceği gelire ihtiyaç duyuyor. AB ne kadar farklı kaynaklardan ithal etmek istiyorsa, Rusya da bir o kadar farklı hedef ülkelere ihracat gerçekleştirmek istiyor. AB kaynaklarını, Rusya ise ihraç noktalarını çeşitlendirmek istiyor.

Bu ihtiyacın uzun vadede her iki taraf için de önemli strateji ve politika değişikliği anlamına geldiği açık. Nitekim AB, farklı enerji kaynaklarını kullanmak ve farklı ülkelerden ithalatını karşılamak hedefine uzun zamandır öncelikli politikaları arasında yer veriyor. Bu noktada, enerji güvenliğinin artırılması için enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjinin toplam enerji arzındaki payını artırma stratejisinin de önemli bir payı var. Enerjinin güneş ve rüzgar gibi kaynaklarla üretilmesi suretiyle hem dışa olan bağımlılığın azaltılması hem de iklim değişikliği ile mücadele kapsamında karbon-sıfır hedefine ulaşılması için çalışmalar yoğunlaşıyor. AB, Rusya’dan daha az miktarda fosil yakıt ithal edilmesiyle bir taşta iki kuş vuracağını hesaplıyor.

AB’nin sürdürülebilirlik ve yeşil ekonomi çerçevesinde belirlediği politikalar, bir süre sonra ithalata bağımlılık oranında azalmaya ve karbon emisyonlarının hedeflenen seviyelere düşmesine yardımcı olacak. O zaman AB’nin Rusya karşısında daha bütüncül hareket edebilmesi ve Rusya’nın baskılarına daha dirençli hale gelmesi de mümkün hale gelecek. “Rusya gazı keserse ekonomi durma noktasına gelir” kaygısını aşabilen bir AB, Rusya karşısında daha dirayetli bir politika savunabilir. Bu durum ise, kısa vadede savaş ortamında ciddi gelir elde eden Rusya’nın uzun vadede bir kayıp yaşayacağı anlamına gelir. Hal böyleyken, Ukrayna krizinin Avrupa’nın enerji görünümünde uzun vadede daha net görülecek bir dönüşümü başlattığını söylemek yanlış olmaz. Bu durumu iyi analiz edip gelecek on yılların enerji arz ve talebini dikkate alarak strateji geliştiren ülkeler bu dönüşümü kendisi için bir fırsata çevirebilir. 540 milyar metreküp doğalgaz keşfeden Türkiye, bu kaynağı piyasaya sunduğunda Avrupa enerji diplomasisinde daha önemli bir aktör haline gelebilir.