Ayşe Feride Hanım, Ersoy ailesinin ikinci çocuğudur. Nüfus kaydında doğum tarihi yıl olarak Rumi: 1317, Hicri: 1319 (1901/1902) görülmektedir. Feride Hanım, işadamı Muhittin Akçor Bey ile evlendi. Bu evlilikten iki kızları oldu: Nihal ve Seyhan Hanımlar. Nihal Hanım, Mithat Oranos Bey ile evlenmiştir.

MEHMET AKİF ERSOY’UN EVLİLİĞİ VE AİLESİ-2

EŞİ İSMET ERSOY HANIM (H. 1294/1878-20 NİSAN 1944)

ÇANTASI elinde, gece yarısından sonra gelir, içeriden geçer, ‘Kuzucuklar’ diyerek bizi severdi. ‘Saçlarınızla meşgul oluyorsunuz, biraz da içinizle meşgul olun’, derdi, hiç unutmuyorum onu. Başını işaret ederek, ‘içine bakın biraz, kafanızın içine. Orayı doldurun’, derdi. Çok okurdu, kitaplara yakın, yazıya, kaleme kâğıda dost biriydi. Geç saatlere kadar çalışırdı.” (s. 89-90). Akif’in hayattaki tek torunu olan Selma Argon, Cemile teyzesi, eşi Ömer Rıza Doğrul ve ailesi hakkında şunları anlatmaktadır:

“Cemile teyzem güleç yüzlü, şirin mi şirin, kahkaha dolu bir kadındı. Ufacık sebeple bile güler, neşelenir, eli açık, akıllı ve tatlı bir kadındı. Çok iyi İngilizce bilirdi. Ne zaman birlikte olsak beni sever kucaklardı. Birlikte gülerdik, hele dayım (Tahir Ersoy’u kastediyor A. G.) yanımızdaysa düşünün artık. Ömer Rıza eniştemi çok iyi hatırlıyorum. Çok küçükken onlara gittiğimizde çalışma masasına tırmanırdım. Orada okaliptüs şekerleri olurdu, onlardan yerdim. ‘Kuzucuk onlar acıdır, yeme’ derdi. Ablam (Ferda Hanımı kastediyor A. G.) ve Rezzan ablayı (Ömer Rıza’nın küçük kızı) saçlarını tararken görür, ‘kuzucuklar kafanızın içini de süsleyin’ dermiş. Cemile teyzem, ablama ‘Fış’, kendi kızı Rezzan’a da ‘Roz’ derdi, hoşuna giderdi. Büyük kızı Nazan abla ‘Naz’ Hanım’dı. Ben son senelerinde Naz Hanım’la çok görüştüm. Güzeldi fakat hiç evlenmedi. Rezzan Abla evlendi. Eşi kaptandı. Serpil, Ayçin ve Aydemir adında iki kız bir oğlu vardı. Dündar abi dünya tatlısı, kibar bir insandır. Nazan ablayı epey oldu kaybedeli. Çok severdik birbirimizi…” (s. 52)

“Ömer Rıza eniştemin büyük kızı Nazan Doğrul hiç evlenmedi, hayatta değil. Küçük kızıysa ablamla aşağı yukarı aynı yaşta fakat artık çok yaşlı. Eşiyle beraber oturuyor. Onun iki kızı, bir oğlu var. En büyük kızı Serpil, ondan sonra Elçin, bir de Aydemir. Dündar abi uzun yol kaptanıydı, uzun seneler çalıştı, emekli oldu. Onlar sağ, onların da çocukları var. (s. 91)

AYŞE FERİDE (ERSOY) AKÇOR HANIM (R. 1317, H. 1319/1901/1902)

Ayşe Feride Hanım, Ersoy ailesinin ikinci çocuğudur. Nüfus kaydında doğum tarihi yıl olarak Rumi: 1317, Hicri: 1319 (1901/1902) görülmektedir. Feride Hanım, işadamı Muhittin Akçor Bey ile evlendi. Bu evlilikten iki kızları oldu: Nihal ve Seyhan Hanımlar. Nihal Hanım, Mithat Oranos Bey ile evlenmiştir. Bu evlilikten Fatoş ve Ahmet isminde iki çocukları vardır. Feride-Muhittin çiftinin küçük kızları Seyhan Hanım’ın İngiltere’de yaşayan Seda isminde bir kızı var.

Torun Selma Argon Hanım, Feride teyzesi ve ailesi hakkında şu bilgileri vermektedir: Feride teyzeme gelince o da tek kelimeyle pamuktu. Muhittin enişteyle Erenköy’deki köşklerinde yaşadılar. Evleri daima misafirle dolu olurdu. Zamanın yazarları, gazetecileri, iş adamları eniştemin bahçe içindeki özel odasında toplanırdı. Feride teyzem bembeyaz saçlarıyla evin içinde koşturur, her şeyin düzgün, temiz olması için uğraşırdı. Çok titiz, tertipli bir hanımdı. Orada yatıya kaldığımız zaman çarşafların kokusuna bayılırdım. Hep lavanta kokardı. Lavantaları kurutur onlara minik torbalar diker, içlerini doldurur, bütün dolaplara koyardı. Bize de bir sürü verirdi. Dolaplarımız lavanta kokardı. Şimdi bile dolaplarımda lavanta torbalarım vardır. Kokusu bana o güzel çocukluğumu hatırlatıyor. Feride teyzemin 2 kızı vardır. Nihal ve Seyhan ablalarım. İkisi de evlendiler. Nihal ablamın Fatoş ve Ahmet adında iki çocuğu, Seyhan ablamın Seda adında bir kızı var. Nihal abla ve eşi Mithat (Oranos) abimizi kaybettik. Seyhan abla arada İngiltere’ye gidiyor çünkü kızı orada yaşıyor…” (s. 53)

SUAD ARGON HANIM

Akif’in üçüncü kızı Suad Hanım, nüfus kaydında yıl olarak Rumi: 1322, Hicri: 1324 (1906/1907)’da doğmuş olarak görülmektedir. 1925 yılında Veteriner Hekim Yüzbaşı (sonradan Albay) Ahmet Ali Argon ile evlenmiştir. Bu evlilikten iki kız çocukları olmuştur. Bunlardan bir tanesi Akif’in “Ferda Kadın” şiirini yazdığı torunu Fatma Ferda (Güney) Argon Hanım (1926-); diğeri de halen hayattaki tek torun olan Selma (Türkozan) Argon Hanım’dır (Doğumu: 1944). Zaman zaman karıştırılan Cevat (Doğumu: 1927), Suad-Ahmet Argon çiftinin çocukları değildir. Ahmet Bey’in daha önceki evliliğinden oğludur. Suad Hanım onu da kendi çocuğu gibi büyütmüştür.

Suad Hanım-Ahmet Argon evliliğinden olan Ferda Hanım’ın Ali Güney (Doğumu: 1957) isminde bir oğlu olmuştur. Uzun yıllar Almanya’da doktor olarak çalışan ve orada bir evlilik yapan Ali Güney’in Lisa Seda ve Aylin Serra isimlerinde iki çocuğu vardır. Fatma Ferda Hanım’ın oğlu Ali bir rahatsızlık nedeniyle genç yaşta vefat etmiştir. Suad Hanım-Ahmet Argon evliliğinden ve bugün hayattaki tek Akif torunu olan Selma Hanım’ın da İlkay (Türkozan) (Doğumu: 1964) isminde bir erkek çocuğu vardır. İlkay, Seyhun (Dural) ile evlidir. Suad Hanım ile Ahmet Bey, daha sonra anlaşamayarak ayrılmışlardır. Maaş tahsisine ait “hüviyet ilmühaberi”nde Suad Hanım’ın kocası Ahmet Bey’den boşanma tarihi 19. 6. 1951 olarak görülmektedir. 2000 yılı ocak ayında ciddi bir felç geçiren Suad Hanım, 26 Şubat 2000 tarihinde vefat etmiştir. Torun Selma (Argon) Hanım, annesi ile babasının evlilikleri, aile içindeki ilişkiler; annesi Suad Hanım ile Babası Ahmet Bey’in kişilikleri hakkında şu bilgileri vermektedir:

1 Ekim 1944’te İstanbul’da doğdum. Annem Suad Ersoy Hanım, babam Ahmet Argon. (s. 18). Annem 1906 İstanbul doğumludur. Darülfünun’da okumuş. Evde bizzat dedemle beraber kitap okur ve anlamadığı yerleri dedeme sorarmış. Müzik eğitimi, resim eğitimi de almış. Annem istediği için daha ileriki yaşlarında dedem ona resim eğitimi aldırmış. Dedem hep poz verirmiş ona. Mevlana’yı çok severdi. Mevlevi ayininde dönen semazenleri yapmıştı, çok büyüktü, onu bir arkadaşıma hediye etti. Bir resmi gördüğünde ondan ilham alır, hemen resim yapardı.(s.42). Annemle babam bir yerde karşılaşmışlar ve birbirlerine âşık olmuşlar. Babam da veterinerdi. Gösterişli çok yakışıklı bir adamdı. Annem hep, ‘babam beni bir kenara çekti, ‘bak kızım iyi düşün, evlendiğin zaman bunun geriye dönüşü yok,’ demişti’ derdi. ‘Tamam, ben evleneceğim ‘ demiş annem, çünkü aralarında biraz yaş farkı vardı. Belki ondan dolayı dedem bu nasihati vermiş. Babamla 1925 yılında evlendiler. Evlendikten sonra babamın görevi gereği Anadolu’da gitmedikleri yer kalmamış; Beytüşşebap, Erciş, Milas, Muğla… Babam da dedem gibi veterinerdi ama babam albay (askeri) veterinerdi.

Dedem, babamı çok çok takdir ederdi. Mesleğine çok düşkündü. Askerliği de veterinerliği de severdi. Dedem mektuplarında babama ‘Evladım Ahmet Bey’ diye hitap ederdi. Dedeciğim babamı çok çok severmiş, babam da onu çok severmiş. Belirli zaman sonra karı koca anlaşamamışlar ve ayrılmışlar. Babam 57 senesinde aşağı yukarı 60’lı yaşlarda kalp krizinden vefat etti. Ayrıldıklarında ben 5 yaşındaydım. Vefat ettiği haberi dayımlarla Heybeliada’da otururken geldi… (s. 38-39). Evde Cevat abi de vardı. Babamın ilk eşinden olan evladı. Bizde büyümüştü. Annem ona çok iyi bakmış. (s. 40) (Babamın) Annesi babası küçük yaşlarda ölmüşler. Ablası ile Trakya Deliorman’dan gelip Bursa’ya yerleşmişler. Onu ablası büyütmüş, okutmuş… 40 seneyi aşkın vatan hizmeti var…(s. 41).

Ablamın hem haladan, hem de anneanneden gelen astım hastalığı var. Kendisine koah teşhisi kondu. Bir ara çok uzun hastanede yattı… (s. 41). Sonra bazı evliliklerde olduğu gibi annemle babam ayrılmaya karar verdiler. Annem beni ve ablamı alarak bir süre Tahir dayımın yanına gitti. Dayım da o zaman Rumelihisarı’nda oturuyordu. Rumelihisarı’nda Tahir dayımın yanına yerleştik. (s.18). Çubuklu’da arkadaşımın babasının işlettiği bir bakkal vardı. Oraya gelirdi babam, eve gelmezdi, belki de annemi rahatsız etmek istemezdi. Haber gönderirdi, annem pencereden bakar peşimden, ben bakkala giderdim. Orada babamla otururduk. Yarım saat falan beraber vakit geçirdikten sonra beni öper, koklar, giderdi. (s. 41).

Sonra 2000 senesinde anneme felç indi, hemen hastaneye götürdük. 3 Ocak’tan 26 Şubat’a kadar hastanede kaldı. Artık 93 yaşına gelmişti, beni tanıyordu ama bazen ablamı tanımıyordu. Dayımın ise hep aklı başındaydı, annemle aralarında 9 yaş vardı.” (s. 35). Annem çok ama çok güzeldi. Çocuk halimle bile ona bakmaya doyamazdım. Ablam da küçükken hep ona yapışık dururmuş, ‘elmam, tatlım, şekerim’ dermiş. İlerlemiş yaşlarında dahi güzeldi. İşten gelip veya birden yanına gidip başımı kucağına koyar, öyle dururdum. Saçlarımı okşar, ‘beni bu kadar çok mu seviyorsun?’ derdi. ‘Evet, sen benim kuzumsun, serçemsin, kızının kuzususun’ derdim, gülerdi.

Birlikte yaşadık. Bir ömür boyu toplasanız ayrılığımız 1-2 seneyi geçmez. Ben evliyken hep bizimle dolaştı. Yazları İstanbul’a gider, teyzelerimi görür, kardeşleriyle hasret giderir, kışa doğru dönerdi. Gelişini dört gözle beklerdim. Yürüyüşlere çıkardık, sinemaya giderdik, kitap okurduk. Annem oturup saatlerce resim yapmayı çok severdi. Disiplinli, güvenilir, becerikli ve sanatkâr bir hanımefendiydi. Gençliğinde keman çalarmış. Dedem ona keman ve resim dersleri aldırmış. Çok güzel yazısı vardı. Çok bilgiliydi. Bazen bilmece çözerken bulamadığım eski bir kelimeyi sorardım, teferruatıyla açıklardı.

Dedem, annemin yeteneğine güvenip ona müzik ve resim dersleri aldırmış ama aynı zamanda dinimizin gerektirdiği her şeyi de bizzat öğretmiş, göstermiş, Edebiyat dersleri de vermiş. Dayımın da annemin de sesi çok güzeldi. İkisi de çok bilgili, kendilerini yetiştirmiş insanlardı.. (s. 28-29). Annemin zaman zaman kendine hikâyeler, şiirler yazdığını hatırlıyorum, fakat hiçbirimiz okumayalım diye hep eski Türkçe yazardı. Bu onun özeliydi. ‘Ne yazıyorsun?’ diye sorduğum zaman, ‘karışma bakayım, sen bana’ derdi. Yazmaya kabiliyeti vardı diye tahmin ediyorum. (s. 43-44). Annem çok fedakârdı. Benim elbiselerimi hep o dikerdi, çok zevkli bir kadındı. Önlüklerimi, yazlık, kışlık elbiselerimi dikerdi. Ben prova olmak istemezdim, huysuzluk ederdim, ablamla beraber benimle uğraşırlardı. (s. 30).

İBRAHİM NAİM ERSOY BEY

Mehmet Akif ve İsmet Ersoy çiftinin evliliğinden doğan üç erkek çocuktan en büyüğü İbrahim Naim Ersoy’dur. İbrahim Naim, henüz bir buçuk yaşındayken vefat etmiştir. Ömer Rıza Doğrul’un anlatımı şöyledir: İsmet Hanım, ilk çocuğu olan Cemile’yi doğurduktan sonra Feride’yi, sonra Suad’ı doğurmuş, daha sonra sıra erkeklere gelmiş, evvela İbrahim Naim’i doğurmuşsa da bu çocuk bir buçuk yaşında ölmüş, daha sonra Emin ile Tahir’i doğurmuş...

YARIN: MEHMET EMİN’İN HAYATI