15 Temmuz 2021 tarihinde gerçekleştirilen NATO zirvesinden bugüne ABD’nin dış politik hamlelerinde Joe Biden ve yönetiminin iddia ettiğinin aksine Trump dönemi adımlarının hafifletilmiş devamını görmekteyiz. Uluslararası düzen içerisinde güç mücadelelerini içeren büyük sahalardan olan Baltık Denizi, Karadeniz, Libya, Doğu Akdeniz ve Suriye, Afganistan ve Irak’tan çekilme hamleleri, Trump dönemi izolasyonist politikaları eleştiren Biden yönetiminin ne yapmaya çalıştığına ilişkin ciddi soru işaretleri doğurmuştur.

Kovid-19 pandemisinin küresel çaptaki ağır mali yükleri her ülkeyi etkilediği gibi ABD’nin hareket kapasitesini sınırlayan faktörlerin başında gelmektedir. Hâlihazırda Çin ile devam eden ticari savaş ve ABD’nin daha önce çok da alışık olmadığı bir gider kalemi olan sosyal yardımlaşma ve sağlık fonlarının desteklenmesi gibi alanlarda belini büken bir durum ortaya koymuştur. Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması, Orta ve Doğu Avrupa’daki AB üyesi ülkelerin bölgesel politikalarda bağımsız hareket etmeleri, Fransa’nın kendi iç problemlerini dış politikada kolonyal hafızayı tekrar ortaya çıkartacak şekilde mütecaviz ve müdahaleci tutumları ise Pasifik’te Çin ile Kuzey Kutup Bölgesi, Doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’de Rusya ile mücadele etmeye çalışan ABD’nin uluslararası direnç noktalarını zorlamıştır.

ABD’nin kimilerine göre Theodore Roosevelt, kimilerine göre de Woodrow Wilson dönemine kadar takip ettiği, adını fikir babası olan James Monreo’dan alan Avrupalı güçlerin etki sahalarına ve sömürgelerine müdahalesizlik doktrini, günümüzde Avrupalı ve Asyalı güçlerin yükselişinde de tekrar gündeme gelmesi gereken bir kavram olabilir. Zira, Trump döneminde Şili’de Pinera, Brezilya’da Bolsonaro, Arjantin’de Macri, Guetemela’da Morales, Kolombiya’da Duque, Paraguay’da Benitez ve Peru’da Vizcarra mevcut iktidarlara desteklenmiş yer yer de başarılı olunmuştur. Fakat, ABD’nin arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika, özellikle de Venezuela’daki hükümet krizinde ortaya çıkan tablo, ABD’nin Güney Asya- Afrika Boynuzu aksında stratejik kayıp yaşatan Çin’in Latin Amerika’ya ekonomik ve politik çıkarma yapmasıyla sonuçlanmıştır. Hem artan mali yükler hem de Amerika kıtasının ABD’ye göre istikrarsızlaşmasıyla (Küba ve Haiti’de yaşanan son olaylar da işin tuzu biberi olmuştur) eski dünya üzerinde güç boşluğunun arttığı ve bunu askerî ve siyasi kapasiteleri yüksek devletlerin doldurabileceğini söylememiz mümkündür.

TÜRKİYE VE TÜRKİSTAN’DA İNİSİYATİF ALMAK

Bu bağlamda, askerî maliyeti artan bölgelerden birliklerini çekme yoluyla iktisadi bir tasarruf sağlamayı hedefleyen ABD yönetimi, ihtilaflı meseleler barındırsa da geçmişten günümüze “müttefik” (!) sınıflandırması yaptığı ülkelere taviz vermek durumundadır. Bu noktada, iki önemli gücün ABD, Rusya ve Çin denkleminin ötesinde yeni bir dünya sistematiğinden bahsettirecek kadar güçlenmeye başladığını söyleyebiliriz. İngiltere ve Türkiye kendi farklı ajandaları doğrultusunda ABD’nin boşalttığı noktalarda kendi müstakil politikalarını oluşturacak kapasiteye sahip iki devlettir. Açıkçası tarihsel rekabet ve Keşmir, Kıbrıs ve Filistin meselesinde İngiliz aklının miras bıraktığı sorunlardan mütevellit iki ülkenin de farklı stratejileri olacağını söyleyebiliriz. İngiltere’nin Orta Doğu ve Atlantik politikalarına bir başka zaman değinmek ümidiyle asıl odak noktamız olan Türkiye’nin artan dış politik hamle çeşitliliğinden bahsetmekte yarar vardır.

Bilhassa, Arktik Denizi’ndeki yeni ticaret rotasının Rusya Federasyonu dominasyonunda olması, Maritime Silk Road olarak adlandırılan deniz ipek yolu rotasının Çin, Pakistan, İran, BAE, Suudi Arabistan, Cibuti, Mısır gibi küresel manada farklı ihtilaflara taraf olan ülkelerden geçmesi, eski dünya üzerindeki ticaret ve enerji rotalarının daha güvenilir ve siyasal manada istikrarlı bir güzergâhtan ilerlemesi gerektiği eğilimini ortaya çıkartmaktadır.

“Orta Kuşak” yahut “Türk Kuşağı” olarak adlandıracağımız rota ise üzerinde Türkiye’nin alacağı inisiyatiflerle birlikte parlayan dünya ticaretinin aort damarı olmaya adaydır. Çin’den başlayarak Türkistan’ı geçecek olan ticaret rotaları, Kazakistan’dan başlayarak Hazar’ı ve Türkiye’yi aşarak Avrupa’ya ulaşacak olan enerji rotaları, dünya siyasetinin kalpgâhını Türkistan üzerine odaklayacaktır. Bu minvalde merkezde Afganistan gibi çatışma sahalarının istikrarı büyük önem taşımaktadır.

ABD’nin boşalttığı bu alan başka bir küresel güçle ya da ittifakla doldurulmadan, ikili ilişkilerin yüksek derecede tesisi ve coğrafyadaki unsurların mutabakatı ile Türkiye’nin öz dış politik saikleri doğrultusunda doldurulmalıdır. Pakistan ile Çin üzerinden gelen Macaristan ile Avrupa’ya geçecek olan ticari akışı regüle edebilecek ve bu akış içerisinde pek çok paydaşın eşit, adil ve müreffeh bir paya sahip olmasını sağlayacak bir birlikteliği Türkiye’nin herhangi bir şemsiyeye ihtiyaç duymadan tesis etme kapasitesi mevcuttur. Hâlihazırda Türk Keneşi’nin ticari ve politik enstrümanları, bölgede Türkmenistan, Afganistan, Pakistan, Tacikistan ve hatta İran ve Rusya ile temaslarda bulunacak yeterliliğe kavuşturulmalı ve eski dünyanın tüm paydaşları Pasifik’ten Avrupa’ya uzanan üretim ve enerji bandını müşterek dünya refahı adına çatışmalı rotalardan uzakta tesis edebilirler.