Sürgüne gönderilen kocasından vazgeçmesini talep ettiler, kabul etmedi. Sevdiği insan için nelerden geçmemişti ki bu bey kızı. Yurdunu, yuvasını, zengin yaşamını bırakıp onu seçmişti, şimdi bir Sovyet memurunun baskısıyla mı kocasından imtina mı edecekti?

‘Bize emir verildi,  kocanın soyadından çıkıp eski soyadına (kızlık soyadı) dönmen lazım. Bir dilekçe yazıp kocandan boşanmalı ve özgür insan olarak evine dönmelisin. Aksi takdirde seni soğuk Sibirya beklemektedir, oraya sürgün edileceksin’.   

Sovyet memurunun yüzüne şaşkınlıkla bakan Şükriye Hanım: ‘‘ Nasıl yani kocandan boşanmalısın? Olamaz! Ben onun için yurdumu, sevdiklerimi bırakıp geldim. Belki siz onu kurşuna dizeceksiniz ama benim ondan boşanmam ona kurşundan daha ağır olur. Ben bunu asla yapamam.’’

Hapishane odasına geri getirildiğinde Şükriye Hanım kocasını, eski günlerini ve ona okuduğu şiirleri hatırlayarak gözyaşlarına boğuldu.

Ardından sürgün hayatı başladı. 

Tren yolculuğu zamanı askerlerden ekmek talep etmedi. Namusunu korumak, iffetine söz gelmemesi için açlığa ve susuzluğa katlandı, zulme boyun eğmedi. Altı gün süren  tren yolculuğu sırasında hayatta kalmak için parmaklarını keserek kanıyla beslendi Şükriye Hanım.

Güzelliği dikkat çekmesin diye elinden geleni yapıyordu, çirkin gözükmek istiyordu. Beraber sürgün yaşadığı bir kadın Şükriye hanıma sordu: ‘Asker ve gardiyanlardan kendini nasıl koruyorsun? Neden sana dokunmuyorlar? Sanki sende cüzam varmış gibi yaklaşmıyor bu Rus askerleri? Bana da söyle bunun sırrını?’

Şükriye hanım gözleriyle tuvaleti göstererek acı acı gülümsedi: ‘Herkes uyuduğunda, gece tuvalete gidiyor, elbiselerimi çıkarıp tuvaletin yerlerini siliyorum. Sonra o pis kokulu elbiselerimi giyiyorum. Kimse bu kokudan dolayı bana yaklaşmak istemiyor, iğreniyorlar, bu kokuya göre yakın durmuyorlar’ dedi.

Sekiz yıl Kazakistan’ın esir kampında onca sıkıntılar içinde hayatta kalıp, 1955 yılında hapisten çıkarak Azerbaycan’a dönen, il il dolaşıp evlatlarını bulup bir araya toplayan, kocasının hatırasını ömrünün son anına kadar yaşatan Şükriye Hanım, dilimizden düşmeyen ‘Çırpınırdın Karadeniz’ türküsünün yazarı Ahmet Cevat’ın eşiydi.

Ahmet Cevat aynı zamanda Azerbaycan Devlet Marşı’nın söz yazarı, Türkçü- Turancı şairimizdir.

1892 yılında Azerbaycan’ın Şemkir ilinde doğan şairimiz 1.Dünya Savaşı zamanı Türkiye’ye yardım için Batum’a geldiği sıralarda Şükriye Hanımı görür ve bir birilerine aşık olurlar. Bu evlilikten beş evladı dünyaya gelir.

Şiirlerinde bulunan Türklük vurgusu, Vatan ve bayrak sevgisi  Sovyetler’i rahatsız etmiştir.

Türkistan yelleri öpüp alnını

Söyleyir derdini sana, bayrağım!

Üçrengin eksini Kuzğun denizden

Armağan yollasın yara, bayrağım!

 

Giderken Turan’a çıktın karşıma,

Gölgen devlet kuşu, kondu başıma!

İzin ver gözümde coşan yaşıma-

Dinletsin derdini aha, bayrağım!

(Azerbaycan bayrağına,1919)

 

Faaliyet ve düşünceleri bolşevik  düzen için tehlikeli bulunduğundan diğer milli aydınlar gibi Ahmet Cevat da ‘halk düşmanı’ damgasını yedi. Yazdığı ‘Göygöl’ şiirinde   esen yellerle uzak illere selam gönderdiğini ve şiirde ‘Yıldız ve Ay’ ibarelerini bulundurması bahane edilerek Sovyet ve devrim karşıtı ilan edilmişti.Elbette ki bu selam gönderilen uzak yer  Türkiye, koynunda bulundurduğu Ay ve Yıldız ise 1918 yılında kurulmuş Azerbaycan Cumhuriyetine bir gönderme olduğu ithamıyla  hapis edilerek Moskova’ya gönderildi.  Fakat Moskova şiirde devrim karşıtı bir ima bulamadığı için Ahmet Cevat’ı serbest bırakır. Daha sonra  şairin eserlerinde Türkçü düşünceler  olduğu için 1937 yılında tekrar hapis edilir.  

Ahmet Cevat’ın milli düşünce ve Turancı yaklaşımı hayatı ve eserlerinin ana çizgisi olmuştur. Azerbaycan Milli Marşı’nın söz yazarı,  ‘Çırpınırdın Kara Deniz’,  ‘Ey Asker’, ‘Şehidlere’, ‘Türk Ordusuna’ gibi şiirlerinin sahibi olan biri Sovyetler için bir tehlikeydi. 

 

Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam var,

Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?

Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk var, men varam,

Zulme karşı isyankaram, ezilsem de susmaram!

 

1937 yılının 12 Kasımında toplam 15 dakika süren ‘siparişli’ mahkeme kararı sonucu ‘halk düşmanı’ olarak kurşuna dizildi.