Basketbolda tarihi bir sezonu geride bıraktık. Hem normal sezon hem play off serileri büyük çekişmeye sahne oldu.

Avrupa başarıları işin kremasıydı. Fenerbahçe ve Anadolu Efes ligin favorileriydi. Ancak iki takım da eskisi kadar rahat değildi. Diğerlerinin güçlenmesi, sezon içinde, sonunda form grafiklerini yükseltmesi iki favoriye de beklemediği yenilgiler tattırdı. Doğrusu bu çekişmenin finalde de devam etmesini beklerken farklı bir seri izledik. Fenerbahçe, beklenmedik bir rahatlıkla şampiyonluğa ulaştı.

Elbette birçok etken vardı. Anadolu Efes’in, ikinci eurolig şampiyonluğunun yıpranmışlığı ve rehaveti bunlardan biri mesela. Yorucu serilerden çıkması da ha keza. Özellikle ilk iki maçta aldığı yenilgi abandone etti onları. Farklı isimlerden destek gelse de ana oyun planında hep Micic ve Larkin gibi iki yıldıza bel bağlamak Fenerbahçe gibi bir rakibe yetmedi. Kaldı ki üçüncü maç dışında bu ikili aynı anda beklenen performansı gösteremedi. Sezon içinde inişler çıkışlar, Avrupa’da hayal kırıklığı yaşasa da ligi lider bitirmek, saha avantajıyla başlamak sarı lacivertliler için büyük avantajdı. Bunu iyi kullanıp rakibine büyük gözdağı verdi. De Colo ve Vesely bu takımın iki ana direği.

Ancak diğer oyuncuların katkısı da kusursuzdu. Üçüncü maçın bir bölümü hariç ki Larkin müthiş attı o gün, Melih, Metecan, Şehmuz, Booker, İsmet zamanında önemli işler yaptı. Guduriç çok daha fazlasını yaptı. Oyunun iki tarafında da hep vardı. Attı, attırdı, top çaldı. Dengeyi bozan isimdi. Fenerbahçe geniş rotasyonla, yüksek enerjiyle oynadı ve hak ettiği şampiyonluğa ulaştı. Takımı toparlayan, birlikte bu şekilde oynatan Djordjeviç de adeta kendini yeniden ispatladı.

Kolay değil, sezon içinde gönderileceği, hatta gönderildiği konuşulan bir koçun bu psikolojiyle gösterdiği performans alkışa değer. Gitse de kafalarda soru işareti bırakacak belli ki…