Genel

'Ölüm Adası'nın şaşırtan sırları!

Abone Ol

Avrupa’nın veba hastalığıyla boğuştuğu dönemde adaya gemiyle gelen bazı misafirler, buranın sakinlerine veba bulaştırdı ve bütün ada hastalıktan dolayı hayatını kaybetti.

Hastalığın ciddi boyutlara ulaşmasından dolayı ada karantinaya alındı ve veba olan bütün insanlar buraya yollandı.

O dönemde veba hastalığının çaresi olmadığı için herhangi bir şekilde hasta olduğundan şüphelenilen yaşlı, kadın ve çocuk demeden istisnasız bu adaya gönderildi ve ölüme terk edildi.

Adaya getirilen hastalara yapılan ise çok korkutucu. Bu kişiler topluca büyük bir ateşte yakıldı. Tekrarlayan bu hastalığın önüne geçmek için vebaya yakalananların yeniden bu adaya gönderilmesiyle yakım işlemi uzun yıllar devam etti.

Toplamda 160 bin insan vahşice katledildi. O dönem ada dışında da yaygın olan veba hastalığı için özel doktorlar ortaya çıktı. Bu doktorlara 'Plague doctor' (Veba doktoru) deniyor.

Pek çok korku filmine de esin kaynağı olan bu doktorların kıyafetleri vebadan korunmak için özel olarak tasarlanan, ürkütücü görünüşlü tasarımlar. Söylenenlere göre o dönem veba tedavisi yapan bu doktorların, gaga şeklinde taktıkları bu maskelerinin uç kısımlarına güzel kokular sürülüyor.

Sebebiyse vebayı güzel kokularla yenebileceklerini düşünüyor olmaları. Adayı ziyaret edenlerin verdiği bilgilere göre adanın her yerinde cesetlere ait kalıntılar bulunuyor. Avrupa’nın orta yerinde bulunan bu 'Ölüm Adası', aynı zamanda başka bir özelliğiyle de biliniyor. Bu özellik Poveglia Adası'nın o yıllarda akıl hastanesi olarak da kullanılmış olması.

Adaya 1992 yılında akıl hastanesi inşa edilmiş ve doktorlar, hastalar üzerinde korkunç işkenceler yaparak hastaların ölümüne sebep olmuş. 1992 yılında akıl hastanesine dönüşen Poveglia Adası’nda bir doktor, tüm akıl hastalarına tedavi adı altında bir nevi işkenceyle deneyler yaptı.

‘Lobotomi' adındaki bu deney psikolojik hastalar üzerinde yapılan, beynin ön lobunun alınmasıyla gerçekleşen cerrahi tedavi ancak tedaviden çok işkenceye dönüşerek birçok insanın ölmesine neden oldu.

Doktorun adada bulunan bu çan kulesinde deneyleri yaptığı söyleniyor. Senelerce bu deneylere devam eden doktor, söylentilere göre öldürdüğü hastaların hayaletlerini görmeye başlamasıyla tamamen aklını yitirdi. Günlerden bir gün ise çan kulesine çıktı ve gizemli bir şekilde düşüp öldü.

Otopsi bulgularına göre onu öldüren şeyin çan kulesinden düşmek değil, düştükten sonra toprak içerisinden çıkan sisin onu boğması olduğu ihtimali bu gizemli ada hakkında yapılan söylentiler arasında. Çoğu kişi onu öldürenin, ölen hastaların hayaletleri olduğuna inanıyor.

Çok gariptir ki, doktorun cesedi de yanıklar içerisinde bulundu. Otopsisine göre hâlâ tam olarak nasıl öldüğü bilinmemekte. Venedikli hiçbir balıkçının tercihleri arasında Poveglia Adası’na yakın yerlerde balık tutmak yer almıyor. Sebebiyse çok açık; ıssız ve kimsenin gitmeye cesaret edemediği adada halen cesetlerin ortalıkta olması.

Adada son kalan kişiler, “Gidin ve asla geri dönmeyin” diyen sesler duyduklarını ifade ediyor; ayrıca yine rivayetlere göre, yüzyıllar geçmesine rağmen, adanın yakınında çığlık sesleri ve adada kimse yaşamadığı halde çan sesleri duyulmakta.

Yine de pek çok kişinin ilgisini çeken bu adaya ziyaretler gerçekleştiriliyor. Hatta 2014 yılında adanın turizme açılması konusu uzun uzun tartışılmıştı. Çeşitli sitelerde adaya dair görüntüler bulunuyor. Pek çok kişinin çekmiş olduğu video kayıtları korku oyunlarını aratmıyor.

Dünyada Poveglia Adası gibi birkaç ilginç yer daha bulunuyor. İşte hikayeleri ve görüntüleriyle o yerler.

Atlantik Okyanusu'nun güneyinde yer alan ada kümesi Tristan da Cunha, İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı ve dünyanın ulaşılması en zor yeri olarak kabul ediliyor. Sadece 300 kişinin yaşadığı adaya en yakın yerleşim yeri ise 2800 kilometre uzaklıktaki Edinburgh of the Seven Seas… İlk yerleşen Amerikalı! Sadece iki yıl dayanabildi… Adaya ilk yerleşen 1810 yılında Amerikalı Jonathan Lambert olmuş ancak adada iki yıl yaşayabilmiş ve 1812’de boğulmuş. 1816’dan sonra ise adaya İngilizler yerleşmeye başlamışlar ve 1856’da ada nüfusu 71 kişi olmuş. Ancak bir sonraki yıl ada nüfusu açlıktan kaçanlar yüzünden 28’e düşmüş. 1961’de ise yanardağ etkinliğinden dolayı kurtarılan ada sakinleri daha sonra yeniden yerleştirilse de Birleşik Krallık’taki yaşama alışıp dönmeyenler olmuş. Aralık 2015 verilerine göre ise Tristan da Cunha Adası’nda 300 kişilik soyutlanmış bir toplum yaşamını sürdürüyor. Şimdiler sadece adanın kuzeybatısındaki bir yaylada yerleşim var. Zaten halk da burada kümelenmiş…

Adanın diğer bölümlerinde yaşayan bulunmuyor. Tristan da Cunha Adası’nda bir kafe, küçük bir market, yüzme havuzu, yerel bir radyo istasyonu (Haftada dört gün yayın yapıyor), bir okul, bir hastane, bir postane, ufak bir müze, iki kilise ve bir bar mevcut. Tristan da Cunha’daki tek liman ise Calshot Limanı… Yalnız adalara herhangi bir hava ulaşımı söz konusu değil. Yılda bir kez uğrayan RMS St. Helena adlı tek yük gemisi posta, konserve gıda, videolar, kitaplar-dergiler, tıbbi ürünler ve ara sıra ziyaretçi getiriyor Adaya girmek için İngiltere vizesi şart… Adanın tek olumsuz yanı halkın yarısından fazlasının astım hastası olması... Buraya turist olarak gelmek isterseniz bol bol balık tutabilir ve yüksek volkanik dağlarında rahatça kafa dinleyebilirsiniz. Unutmadan söyleyelim, adada pansiyon bulunmadığından çadıra veya bir tanıdığa ihtiyacınız olabilir. Atlantik fırtına kuşunun tek üreme alanı burası…

Uluslararası Kuş Yaşamı Derneğince, ‘Önemli Kuş Alanı’ olarak sayılan ada, 13 deniz ve iki kara kuşu türüne ev sahipliği yapıyor. Kuzey Rockhopper penguenleri, sarı burunlu Atlantik albatrosu, isli albatros, Atlantik fırtına kuşu, büyük kanatlı fırtına kuşu, yumuşak tüylü fırtına kuşu, geniş gagalı prion, gri fırtına kuşu, büyük yelkovan kuşu, isli yelkovan kuşu, Tristan yırtıcı martısı, Antarktika deniz kırlangıcı, kahverengi deniz kırlangıcı deniz kuşu türlerini oluşturuyor. Ayrıca burası Atlantik fırtına kuşu için yeryüzündeki tek üreme alanları olarak biliniyor.

Ellidaey Adası üzerindeki ev İzlanda güney sahil bölgesi Vestmannaeyjar'da dünyanın en güzel adaları bulunuyor. Bu bölgede Ellidaey adıyla adlandırılan doğaüstü güzellikte bir ada var ve bu adanın varlığı fotoğraflarda ya da haritalarda belli olmuyor. Hatta bu adadaki ev görenleri hayrete düşürüyor. Üç yüz yıl önce bu adada sadece beş aile yaşıyormuş. Geçimlerini balıkçılıkla sağlayan bu aileler 1930′lu yıllardan sonra tek bir ev halkına bırakmışlar adayı.

Şu anda adanın üzerinde tek bir ev var. Bazılarına göre bu evin sahibi bir milyarder, bazılarına göre ise ünlü bir şarkıcının bağışladığı bir ev… Nerede olduğu bile bilinmeyen bir adayken tüm dünyaya İzlanda‘yı tanıtması sebebiyle hükümetin Björk‘e hediye ettiği iddia edilen bu ada, aslında Ellidaey Adası Avcılık Derneği‘ne ait bir martı avcılarına özel bir avcı kulübe.

Thridrangar Deniz Feneri Denizin ortasındaki bu deniz fenerinin 1939 yılında inşa edildiği geçiyor birçok yabancı kaynaklarda... İzlanda'daki Vestmann adaları'nda bulunuyor. En büyük özelliği dünyada en yükseğe inşa edilen deniz feneri olması… Bu küçük adacığa helikopterle ulaşılıyor. Bu izole yerde bir yaşayan var mı tam olarak bilinmiyor.

Casa de Penedo Portekiz’in kuzeyindeki küçük bir kasaba olan Fafe'de ünlü çizgi film Taş Devri’nden esinlenilerek bir ev yapıldı. Casa de Penedo, yani ‘Taş Ev’… Sırf bu evi görmek için binlerce kişi buraya akın ediyor. Portekiz'de Rodrigues ailesi tarafından 1974’te inşa edilen binada elektrik bulunmuyor.

Aydınlanmak için mum kullanıyorlar. Kütükten koltuklar ve betonla okaliptüs kullanılarak yapılmış yataklar, ilk dikkat çeken ayrıntılardan sadece birkaçı. Evdeki merdivenler de yine taş devri konseptini yansıtacak şekilde kütüklerden yapılmış. İlk görüldüğünüzde tarihi eser sanılan bu yapının içi de dışı gibi basit ve konfordan uzak döşenmiş…

Amaç zaten filmdeki o sadeliği korumak. Ayrıca ev bir bakıma da çevre dostu. Küçük pencereli, tahta kapılı, derme çatma bu evlerin yapımında tamamen doğal malzeme kullanılmış. Sosyal medyada fotoğrafın yayılmasından sonra eve ilgi bir hayli artmış. Yalnız Rodrigues ailesi bu ilgiden hiç de memnun değil. Çünkü aile, keşif meraklısı turistlerin sık sık evlerinin camlarını tıklattığını ve kendilerini durmadan rahatsız ettiğini söylüyor.

Rock House Sırbistan'da Drina Nehri'ndeki ilginç ev, turistlerin ilgi odağı konumunda. Nehrin ortasında bulunan bir kayalığın üzerindeki ahşap ev, National Geographic sitesinde yayımlanınca bir anda fenomen haline gelmişti. Özellikle evin 45 yıl öncesine dayanan ilginç bir hikâyesi de var. Drina Nehri'nin ortasında, sessiz ve yalnız bir ahşap kulübe, dünyanın dört bir yanındaki gezginlerin ortak ziyaret noktası haline geldi. Sırbistan'ın sert havasına ve nehrin hırçın sularına dayanarak 45 yıldır ayakta kalan bu minik evi dünyaya duyuran isimse ünlü Macar fotoğrafçı Irene Becker… Becker çektiği fotoğrafla ilginç evi gün ışığına çıkarttı. Fotoğraf Bajina Basta kasabasının yakınında, Drina Nehri'nin ortasında bir ev adıyla, National Geographic sitesinde günün fotoğrafı seçilince, tek gözlü kulübe dünya çapında bir üne kavuştu.

Dünya henüz bu şirin kulübeyi kısa bir süredir tanısa da yerel halk tarafından 45 yıldır bilinen evin yapılış hikâyesi de hayli ilginç. Tara Ulusal Parkı'nın doğu ucundaki bir vadide bulunan Bajina Basta kasabasının yakınındaki ev, 1968'de birkaç gencin el emeğiyle inşa edilmiş. Evin şimdiki sahibi Mili Mandic, o dönemde hırçın bir nehrin ortasına, ufak da olsa bir kulübe inşa etmenin zor bir iş olduğunu, fakat arkadaşlarının yardımı sayesinde bu işin altından kalkmayı başardıklarını söylüyor. 45 yıl evvel bir grup genç yüzücü dinlenmek için Drina Nehri’ndeki kayada durakladı. Nehrin ortasındaki bu kaya zaman geçtikçe yüzücülerin her zaman uğradıkları bir dinlenme yerine dönüştü. Yüzücüler keskin kenarları bulunan kayanın bulunduğu yerde daha rahat dinlenmek için zamanla kayanın üstünü ahşapla kapladı. Ertesi yıl ise yüzücülerden biri buraya tek odalı bir ev inşa etti. Evi inşa etmek tahmin edildiği üzere kolay olmadı. Bu ilginç yapı için gereken malzemelerse şöyle toplandı. Evin yapımında kullanılan ufak parçalar yüzdürüldü, orta boydakiler ise sandalla evin yapılacağı yere ulaştırıldı. En iri parçalar ise akıntının başladığı yerden nehre bırakılıp kayalıklardan yakalanarak kayalığa ulaştırıldı. Ve bu ilginç yapı el birliğiyle tamamlandı. Tamamlanmasının ardından Drina Nehri'nin önemli simgelerinden biri haline gelmeyi de başardı. İlginç evin yapılması kadar korunması da oldukça zor oldu.

Sel ve şiddetli rüzgarlar eve defalarca zarar verdi. Hatta geçmiş yıllarda yaşanan sel baskını evi oldukça kötü duruma getirdi. Fakat ev her defasında yeniden yapıldı ve onarıldı. Mili Mandic ve arkadaşlarının, gençliklerinde güneşlendikleri, gitar çalıp dostlarıyla sabahlara kadar muhabbet ettikleri ufak sığınakları, şimdi bir fenomen mekan durumunda. Bu eşsiz evin Drina Nehri internet sitesindeki ismi ise Özgür doğa yaşamına bir kaçış penceresi şeklinde. Zaman zaman planlanmış etkinliklerin yeri olan Drina nehri yılın belli dönemlerinde oldukça fazla turist ağırlıyor. Bu ilginç ev günümüzde hâlâ yüzücülerin dinlenme durağı olarak kullanılıyor.