Kovid salgını sebebiyle bir yıl ertelenen G20 Liderler Zirvesi dönem başkanı İtalya’nın ev sahipliğinde Roma’da gerçekleştirildi. Dünyanın en büyük 20 ekonomisini bir araya getiren zirve, iklim değişikliği başta olmak üzere önemli küresel konuların masaya yatırıldığı bir toplantı oldu. Glascow’da 26’ncısı düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın (COP26) hemen öncesine denk gelen Zirve, COP26 toplantısının gündemine de hazırlık mahiyeti de taşıdı.

G20 Zirvesinin sonuç bildirisi, dünyanın selameti için büyük önem taşıyan iklim değişikliği ile mücadele konusunda bazı olumlu adımların atılacağını gösterdi. Zira liderler, küresel sıcaklık artışını sanayileşme öncesine oranla 1,5 santigrat derece ile sınırlamaya yönelik gayrette bulunma taahhüdünde bulundu. Sıcaklık artışının hâlihazırda 1,2 derece artmış olduğu dikkate alınırsa, ilave artışın engellenebilmesi için acilen etkin adımlar atılmasının bir zaruret halini aldığı anlaşılabilir. Bu çerçevede, sera gazı salımının azaltılmasına yönelik tedbirlerin artırılması ve mevcut önlemlerin layıkıyla yerine getirilmesi gerektiği tartışmasız.

Sanayileşmenin, dünyanın doğal kaynaklarının sorumsuzca harcanmasının ve doğanın tahribatının en önemli sebeplerinden biri olduğu aşikâr. İnsanî değerlerden yoksun kapitalizm, şüphe yok ki doğanın sömürülmesini de beraberinde getirdi. Fosil yakıtların tüketimi artarken, dünyanın oksijen ihtiyacını karşılamakta önemli payı olan yeşil alanlar vahşice talan edildi. Sanayileşmenin kâr odaklı ve gelecek nesilleri umursamaz tavrı iklimde değişikliğe yol açarken, iklimdeki değişiklikler de kuraklaşmanın artması gibi ilave çevre sorunları sebebiyle doğanın dengesini daha da bozdu.

Kovid-19 salgını ile daha net bir şekilde görüldüğü üzere, çevre ile insan sağlığı arasında kopmaz bir bağ olduğu artık kimse tarafından inkâr edilebilir değil. Çevrenin korunmasının, sürdürülebilir bir ekonomi, gıda güvenliği ve insanî güvenlik için elzem olduğunun idrak edilmesiyle iklim değişikliği ile mücadele konusuna atfedilen önem arttı. Sıcaklık artışının 2 derece değil 1,5 derece ile sınırlandırılmasına yönelik yeni iradenin ortaya çıkması ve bu hususta Zirve kapsamında uzlaşı sağlanması bunun açık bir göstergesi.

Konu hakkında bilgisi olmayanlar yarım derecelik farkın ne gibi sonuçlar doğuracağına dair şüpheci yaklaşıyor olabilir. Ne var ki, artışın yarım derece daha az tutulmasının dünyanın yaşanabilir bir yer olması açısından gözle görülür değişiklikler getireceği konusunda uzmanlar arasında fikir birliği söz konusu. İklim değişikliğinden bazı bölgeler daha olumsuz etkileniyor olsa da bunun bir küresel sorun olduğu ve tüm ülkelerin elini taşın altına koyması gerektiği de uzlaşıyla kabul edilen hususlardan biri.

En çok sera gazı salımında bulunan dünyanın en gelişmiş ülkelerinin, “karbonsuzlaşmış bir ekonomi” hedefine yönelik ortak irade sergilemesi dünyanın geleceği için kritik önem taşıdığı malum. Sera gazı emisyonunu sıfıra indirme konusunda ortaya konan hedefler, birçok uluslararası çevre örgütünü tatmin etmemiş olsa geçmiş yıllara kıyasla bu konudaki bilinç düzeyinin arttığı ortada. Küresel sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılması hedefinin, 2030 yılına kadar küresel emisyonların yüzde 50 kadar düşürülmesi ve 2050 itibarıyla “sıfır emisyon” düzeyine ulaşılması halinde mümkün olması bekleniyor.

Eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris İklim Antlaşmasını imzalayacağımızı duyurmasının ardından Türkiye’nin de bu anlaşmaya taraf olması ve 2053’te sıfır emisyona ulaşma hedefinin ortaya konması ise bu alanda artan uluslararası dayanışmaya ülkemizden daha büyük destek verileceği anlamına geliyor. Tüm dünyada konuya ilişkin beklentilerin arttığı bir dönemde Türkiye’nin attığı bu adım, çevreyi sömüren diğer sanayileşmiş ülkelere örnek olacak nitelikte.