Aslında “kilit” diye başlamalıydım lakin “geçitteki ülke” ismi daha bir manalı geldi bana…

Merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun “Dünkü Türkiye Dizisi” diye ayırdığı tarihi roman üçlemelerini hepimiz iyi biliriz.

“Ben Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan” diyerek Orhun Yazıtları’ndaki ilk sözleriyle başlayan “Kilit” romanı ve serisi çoğumuzun hayatını değiştiren bir külliyattır. Tıpkı Atsız’ın “Bozkurtlar”ı gibi bir değil birçok nesli “adam” eden eserlerdir bunlar…

Sizi bilmem ama ben hâlâ 33 yıl önce okuduğum o sayfaların arasında yaşar dururum… Kâh Sarı Saltuk ile Alparslan’ın ders yaptığı çadırın bir köşesinde, kâh kırk çerisiyle istiklal için şehit düşen Kürşad’ın hemen yanı başında…

“Tarih düş görenlerin mülküdür” demişti ya liderimiz, o minval üzere seyrederim olanları ve dahi olacak olanları…

***

Türkiye “geçitteki ülke”

Bir bütün içinde ele aldığımız “Türk tarihi” esasen bir geçitler manzumesi, sayısız “Ergenekonlardan çıkış” destanı değil midir?

Kaç büyük hezimet, kaç büyük yenilgi ve kaç büyük acı yaşamıştır Türk milleti? Saymaya kalksak herhâlde kurmakla övündüğümüz devletlerden çok daha fazlasına ulaşacağımızı görürüz.

Fakat her yenilgi, her hezimet ve her büyük acı budamıştır Türklük ağacını. Her budanmadan sonra daha da gürleşmiş ve daha da güçlenerek çıkmıştır tarih sahnesine Türkler.

Bir bakıma acı büyütmüştür, acı yoğurmuş ve pişirmiştir bizi.

Doğru ya!

Yoksa kader birliği, değerler buluşması; umutta ve tasada bütünleşme nasıl gerçekleşirdi ki?

***

Tarih ve talih biliyor ki şimdide bir geçitteyiz. Ve geçmek üzereyiz ötelerin ötesine…

Bir yanımızda demirden dağları eritiyor, diğer yanımızda çocuklarımızın umut dolu geleceğine bakıyoruz.

Allah’ın müyesser kılmasıyla denizlerimizde demirden dev gemilerimiz yüzüyor, göklerimizde çelikten gövdeli kuşlarımız uçuyor. Mehmetçik’imiz ateş topu silahlarıyla serhatlarımızı koruyor ve atlarımızın(!) nalından kıvılcımlar çıkıyor.

Çağlar üzerinden bir sıçrama yapan gençlerimiz bilgi ve iletişim devrini aşıp atimizi inşa ediyor. Üretiyor Türkiye, çalışıyor, tırnaklarıyla toprağı, çelikten kollarıyla kayaları parçalıyor… Büyüyor Türkiye; gelişiyor…

***

Her şeyimiz dört dörtlük demiyorum ama Türkmen kervanı yolda düzülüyor.

İnsanoğlu mücadelesiyle zorlukları aşar, mücadelesiyle ayakta durur ve mücadelesiyle var olur. Fildişi kulesinde rehavet ve konfor içinde yaşayanlarda dünyayı değiştirecek bir azim bulamazsınız. (Beled suresi 4. ayet).

Milletler de öyle…

Büyük milletleri zorlu mücadeleler ortaya çıkarır. Milletlerin oluşumu bir bakıma verdikleri savaşlarla gerçekleşir. İnsanları birbirine kenetleyen, birlik şuuru ve kader birliği oluşturan aslında birlikte yaşanan zorluklardır. Bu zorluklara birlikte göğüs germek, aşmak ve bozgunu zafere çevirmek milletler için en büyük kazançtır.

*** 

Tabiat karşısında veya düşmanların önünde bu bizim ilk yenilgimiz değildir. Son da olmayacaktır. Tıpkı zaferlerimiz gibi. Bir bakıma “bozgunda fetih rüyası görmek, o rüyanın peşinden koşup onu gerçeğe çevirmek Türk’e mahsus bir haslettir.” Yakın ya da uzak tarihimiz hep bu örneklerle doludur.

Birinci Dünya Savaşı bozgunu, Mondros ve Sevr işgallerinden sonra Atatürk ile istiklal kadromuzun bizlere gösterdiği rüya bugün “İstiklal-i Tamme” ve Türk Devletleri Teşkilatı ile kendini gösteriyor. Suriye’de, Libya’da ve Karabağ’da bu ülkünün bayrağı dalgalanıyor.

İlla ki deprem…

Kolumuz kanadımız kırık ve acımız çok büyük! Lakin duracak mıyız? Başımızı iki elimizin arasına alıp acz içinde kıvranacak mıyız?

Hayır!

Aşacağız bütün zorlukları, birlikte saracağız yaralarımızı. Yüreğimizin bir yeri hep kanayacak, kanayacak ama dayanacağız!

***

İşte gördük masaları, altıları, bilmem kaçları…

Biz durmayacağız!

Üçler, yediler ve kırklar aşkına!

Zamana parantez açan bir ülkü aşkına…