Dünya Basketbol Şampiyonasının başlamasına sayılı gün kaldı. 2001 Avrupa Şampiyonası ve 2010 Dünya Şampiyonası’nda ev sahibi olarak elde ettiğimiz ikincilikler dışında üst düzey bir başarımız yok. Buna rağmen beklenti düzeyimiz belli bir seviyenin üstünde olmuştu. Jenerasyon farkı daha alternatifli, derin kadrolara sahip olmamız bunda etkendi. Her pozisyonda yetenekli bu tip turnuvaları oynayabilecek tecrübeli isimlere sahiptik. Gümüş madalyaları kazanırken ev sahibi avantajını da kullandık elbette. Ama o kadroları hatırlayın bir. NBA’de Avrupa’nın gözde takımlarında oynayan bir dolu oyuncumuz vardı. Madalyanın uzağında bile kalsak, heyecan veren, yüzümüzü güldüren kadrolar…

İlginç bir tezat belki… Bir yandan ‘alt yapılarda madalya önemli değil, iyi oyuncu yetiştirmek gerek’ söylemleriyle eğitiyoruz gençleri. Onlar yine de madalyaları topluyor. Sıra bu tip madalyanın, sıralamanın büyük önem kazandığı şampiyonalara geldiğinde, ‘Eksikleri var, yeterince süre alamıyorlar, bizimkiler çalışmayı sevmiyor’ gibi lakırdılarla günü geçiştiriyoruz. Elimizdeki değerleri kullanamamız da cabası.

Misal… Nerede Okben Ulubay, Furkan Aldemir, Egemen Güven? Niye bugünlere hazır değiller? Tabi çeşitli nedenleri var. Oyuncuların, menajerlerin hataları da. Ama sistemin bu gibi çocukları oyunun içinde, milli takıma kadar hazır tutamaması normal bir şey mi? Şimdi elimizde üç NBA oyuncusu var. Avrupa’da oynayan nerdeyse hiç yok. Hatta ligimizde kendi takımlarında doğru düzgün süre alan da. Bir de buna sakatlık vs. yi ekleyin.

Gerçekten de çok genç bir kadromuz var. En büyük dezavantajımız da bu. Furkan, Cedi, Ersan ve Semih dışında bu tip deneyime sahip isim yok gibi. Bu şartlarda beklenti seviyemizin yüksek olmaması çok doğal? Bu yüzden çeyrek final başarı olarak gösteriliyor ki, bu şartlarda gerçekten başarı olur. Bunun için hazırlık maçlarındaki ‘gel-git’leri minimuma indirmeliyiz. Bu dönemdeki skorlar aldatıcı olabilir tabi.

En büyük favori ABD bile 19 yıl aradan sonra kaybetti. Önce grupta ilk ikiye girmeliyiz. Japonya da,Çekya da bizim ayarımızda değil görünüyor. Herhangi bir kazaya tahammülümüz yok. Bu yüzden oyunun her iki yönünde de olmamız lazım, iç dış dengesini kurmamız lazım. Herkesin, ‘takımın lideri benim’ havasına kapılmadan, ‘en çok ben atayım’ derdine düşmeden, normalin üstünde oynaması lazım bu hedef için.

Gelecek on yılın takımı için çeyrek final müthiş olur. Daha üstü imkansız gibi görünse de hiçbir maç oynanmadan kaybedilmez, unutmamak lazım. Son olarak. Bazen de gençlik ateşi iyidir. Kazansalar da kaybetseler de O’nlar bizim. Biz O’nları kaybetmeyelim yeter ki…