Günümüzde tüm dünyada pandemi olarak ilan edilen Kovid-19 salgını 2019 yılının son günlerinde Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkmış ve 2 Şubat’ta ilk ölüm gerçekleşmişti. Avrupa’daki ilk ölüm vakası 14 Şubat günü Fransa’da, 18 Mart’ın ilk dakikalarında da ülkemizde koronavirüs kaynaklı ilk ölüm yaşanmıştı. Salgın hızlı bir şekilde diğer bölgelere ve ülkelere yayıldı. Koronavirüs, aradan geçen zaman içerisinde farklı mutasyonlara uğruyor, bazıları yeni varyantlar olarak yayılmaya devam ediyor. En büyük temennimiz, farklı mutasyonlara uğrayarak yeni varyantlar olarak devam etmemesi yönünde.

Salgın sürecinde sağlık yetkilileri Kovid-19 salgın hastalığına yakalanmayan bireylerin bağışıklık sistemini güçlendirmesini ve yakalanan bireylerin de beslenmesine oldukça dikkat etmesi gerektiğini vurguladılar. Yetersiz ve dengesiz beslenme ile bağışıklık sistemi zayıflayabilir uyarılarında bulundular. Özellikle genetik olarak kronik hastalık eğilimindeki bireylerin yeterli ve dengeli beslenmeye özen göstermelerinin sağlıklı ve sürdürülebilir yaşam açısından önemli olduğu yönünde bilgiler hâlen verilmektedir.

Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yaşam standartlarının değişmesi ve gelişen teknolojiyle birlikte, beslenme sistemi karmaşıklaşarak farklılaşmaktadır. İklim değişikliği, kuraklık, düzensiz nüfus artışı, ekonomik sorunlar, yetersiz mevzuat, altyapı eksikliği, düzensiz tesisleşme, çevre kirliliği gibi unsurlar güvenli gıda erişimini engelleyici rol üstlenmektedir.

Teknolojinin hayattaki yeri ve öneminin gelişimiyle birlikte beslenme alışkanlıklarımızın da farklılaştığı ifade edilebilir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle son dönemlerde değişen beslenme alışkanlıkları ve hızlı gıda tüketimi (fast food) eğiliminin etkisi oldukça fazladır. Dolayısıyla uzun dönemde ülkemiz açısından kanser, diyabet, gut, obezite gibi birçok kronik hastalığın erken yaşlardan itibaren en büyük sağlık sorunları olarak yaygınlaşarak karşımıza çıkacağı tahminlerinde bulunmak hiç zor değil.

Dolayısıyla “bireyin kendi beslenme sorumluluğunu yeterli ve dengeli şekilde gerçekleştirebilmesi, besinlere ilişkin yeterli bilgi ve beceriye sahip olmasıyla birlikte uygun davranışı gösterebilmesiyle sağlanabilir”. Dolayısıyla bahsedilen bilgi, beceri ve davranışların gerçekleştirilebilmesi ancak bireylerin “gıda okuryazarı” olabilmesiyle mümkündür.

Tam da bu noktada ilk kez 1990’larda Jeanne Jones tarafından “gıda okuryazarlığı” kavramı “sağlıklı bir beslenme biçimini takip edebilme yeteneği” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamadan sonra çeşitli kavramlarla ilişkilendirilmiş, beslenme, sağlık okuryazarlığı vb. gibi. Daha sonra bilim insanları çeşitli açılardan bakarak “gıda ve besin okuryazarlığı” hakkında çeşitli tanımlar ve yorumlar yapmışlar. 2016 yılında Lina Yamashita ve Diana Robinson tarafından yapılan tanımlama dikkatimi çekti. Gıda okuryazarlığını “bireylerin gıda üretiminin kökenlerini anlama, beslenme bilgilerini gıda seçimlerine uygulama, gıda yetiştirme ve hazırlama yeteneği” olarak adlandırmışlar.

Toplumda beslenme dolayısıyla artan sağlık problemlerinin azaltılması adına bireylerin beslenme bilgisine ulaşması, bilgiyi işlemesi ve anlaması önemlidir. Bu nedenle “kişilerin ne yediğini, ne içtiğini, nelerle beslendiğini içerik olarak bilmesi” gereklidir. Bu yüzden de “beslenme okuryazarlığı”, doğru bilgiye ulaşma, yorumlama, doğru karar verme aşamalarında oldukça önemlidir.

Gıda ve beslenme okuryazarlığının birey, toplum ve çevre açısından diğer bir önemi de uzman olduğu konularda fikirlerini ifade etmesi ve toplumda çeşitli eylemlere katılma eğilimi göstermesi açısından son derece önemlidir.

Son söz: Gerek ekonomi gerekse siyasette normal bir zamandan geçmiyoruz. Türk milleti olarak “gıda ve beslenme okuryazarlığını” önemsemeliyiz. Sürekli ölüp yenilenen hücreler ile bedenimiz bitmek bilmeyen bir değişim içinde. Olabildiğince sağlıklı beslenmeli, imkânlarımız ölçüsünde az da olsa sağlıklı ürünler tüketmeliyiz.

Unutma! Ne yersen, O'sun!

Sağlıcakla kalın…