Göç bir olgudur. Göçün ana aktörü de göçmendir. Göçmen göçü başlatan, göç kararını alan kişidir. Göç ve göçmen kavramları insanlık tarihi kadar eskidir ve kadim zamanlardan bu yana vardır. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu iki kavrama bakıldığında göç; ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye veya ülke içerisinde bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme ya da taşınma işidir. Göçmen de bu hareketliliğin içerisinde bulunan kişi, aile veya topluluktur. Göçmen hareketliliği bazen yasal bazen de yasa dışı yollardan gerçekleşmektedir.

Göç ve göçmen kavramları ile ilişkili bir de mülteci kavramı vardır. Mülteci, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korunmasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikâmet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir. Bazı durumlarda göçmen ve mülteci kavramları birbirleri ile karıştırılmaktadırlar.

GÖÇ SEBEPLERİ

Uluslararası hukuktaki karşılığı çerçevesinde ister göçmen olarak isterse mülteci olarak olsun göçlerin genel yapısına bakıldığında bunlar sebepleri açısından zorunlu veya gönüllü göç, amaçları açısından çalışma ya da sığınma amaçlı göç, yöntemleri açısından yasal ya da yasa dışı göç şeklinde birbirinden ayrılmıştır. Yani göçmenlerin ya da mültecilerin göç hareketliliklerinin farklı sebepleri, amaçları ve yöntemleri bulunmaktadır. Özellikle yoksulluk, doğal afetler, salgın hastalıklar, ekonomik sorunlar, savaşlar, iç çatışmalar, şiddet ve siyasi istikrarsızlıklar tarih boyunca büyük göç hareketlerine sebebiyet vermişlerdir.

Sebepleri veya amaçları her ne olursa olsun yöntemleri açısından ele alındığında günümüzde dünyada yasal ya da yasal olmayan yollardan büyük bir göçmen ve mülteci hareketliliği yaşanmaktadır. Çeşitli açılardan kendi ülkelerinde sorun yaşayan insanlar göçmen ya da mülteci olarak farklı yollardan sınırları geçerek daha huzurlu ve güvenli bir hayat sürebileceklerini düşündükleri başka yerlere gitmektedirler. Tabii bu durumda yasa dışı olarak ortaya çıkan göç hareketliliğinden bütün dünya olumsuz etkilenmektedir. Çünkü bu göç hareketliliği sosyal, kültürel, psikolojik, ekonomik, siyasal vs. birçok hususta sorunlar yumağını da beraberinde getirmektedir.

Ortaya çıkan yasa dışı göçler ile göçmenler veya mülteciler sadece fiziksel bir yer değişikliği yapmamaktadırlar. Bir yerden başka bir yere göç eden göçmenler ya da mülteciler, içerisinde bulundukları fiziksel mekânları değiştirmekle birlikte farklı bir sosyal çevreye girmekte ve yeni kültürel yapılarla karşılaşmaktadırlar. Bu onlar için sosyal ve kültürel çevre değişimini de beraberinde getirmektedir. Dil, eğitim, ekonomi, yerleşme, sosyal, kültürel ilişkiler gibi birçok farklı husus göz önüne alındığında onlar açısından yeni çevrelerine uyum sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Bazı durumlarda taraflar arasında anlaşmazlıklara yol açmaktadır.

Göçler ile göçmen ve mülteci hareketliliği söz konusu olduğunda zihnimizde Doğu ve Batı şeklinde dünyanın iki kısmı canlanmaktadır. Doğu’da daha çok siyasal, sosyal, ekonomik birçok açıdan birtakım istikrarsızlıklar söz konusudur. Bunlar sebepleri ya da gelişmeleri konusunda farklı farklı ele alınıp değerlendirilebilir. Ancak buna karşılık bu hususlarda Batı daha istikrarlı bir konumdadır. Doğal olarak bu durum doğudan Batı’ya doğru bir göçmen ve mülteci hareketliliği yaratmaktadır. Bunların büyük bir kısmı da yasa dışı göç olarak gerçekleşmektedir. Daha iyi bir yaşam sürmek isteyen Doğu halkları yasa dışı yollardan Batı’ya doğru gitmek istemektedirler.

Hâlihazırda kapitalist Batı ülkeleri, bilgi, sermaye ve malların bütün dünyada serbest dolaşımını savunurlarken insan hareketliliği ve iş gücünün serbest dolaşımı konusunda tam aksi bir tutum takınmaktadırlar. Hatta insan hareketliliği ve iş gücünün serbest dolaşımı konusunda en yüksek duvarları ve en güçlü bariyerleri Batılı devletler örüp kurmaktadırlar. Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa Birliği’ne üyelikleri ne kadar eski ise dışarıdan gelecek göçlere karşı da o derece olumsuz bir tutum içerisinde bulunmaktadırlar. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada gibi ülkeler için de aynı durum geçerlidir.

MÜLTECİ YÜKÜ

Özellikle kapitalist Batı ülkeleri egemen güç olarak böyle bir hareket tarzı ortaya koyarlarken diğer taraftan da dünyanın çeşitli bölgelerinde bulundukları müdahalelerle siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal istikrarsızlıklara sebep olmaktadırlar. Bunların kapitalist sistemlerinin temeli sömürgecilik ve emperyalizmin üzerine şekillendiğinden birçok soruna da sebep olmaktadırlar. Onların sebep oldukları istikrarsızlıkların sonucunda yaşanan göçmen ve mülteci hareketliliği gelişmekte olan ülkelerin omuzlarına bir yük olarak kalmaktadır. O zaman bizim açımızdan asıl mesele Türkiye’nin bu göçmen ve mülteci hareketliliğinin neresinde yer aldığıdır. Ya da göçmen ve mülteci hareketliliğinden nasıl etkilendiğidir.

Aslında böyle bir soruyu sormak da belki anlamlı olmayabilir. Çünkü Türkiye bu göçmen ya da mülteci hareketliliğinin tam merkezindedir ve dünyada bundan en çok etkilenen ülkelerin başında yer almaktadır. Türkiye konumu itibarı ile dünyada doğu ve batının, kuzey ile güneyin en önemli kavşak noktasında yer aldığından aynı zamanda da demokratik yapısı itibarıyla ister istemez böyle bir problem ile yüzleşmektedir. Öyle ki Türkiye başta Suriyeliler olmak üzere dünyada en fazla göçmen veya mülteci bulunan ülkelerden biri konumuna yükselmiştir. İstikrarsız yapıların bulunduğu ülkelerle sınırdaş olunması Türkiye için bu hususta birçok olumsuzluk yaratmakta, risk oluşturmaktadır.

Özellikle savaşların yaşandığı, siyasal, sosyal, ekonomik istikrarsızlıkların yoğun olduğu Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerin yanında İran, Filistin, Bangladeş, Somali, Sudan, Eritre, Moritanya veya da Gürcistan ve Ermenistan gibi Asya ve Afrika ülkelerinden Türkiye’ye doğru büyük bir yasa dışı göçmen hareketliliği ya da mülteci akını vardır. Buralardan gelen göçmenlerin veya mültecilerin bir kısmı Türkiye’yi hedef ülke olarak görmektedirler, bir kısmı da transit ülke olarak kullanıp Avrupa’ya geçmeyi denemektedirler. Ancak kapitalist Batı ülkelerinin onları kabul etmek istememeleri, bunlara karşı birtakım tedbirler almaları bütün yükü Türkiye’nin omuzlarına bırakmaktadır.

Elbette göç edip Türkiye’yi hedef ya da transit ülke olarak görüp buraya doğru yönelen yasa dışı göçmenler ile mülteciler kendi bulundukları ülke ya da coğrafyadaki iç karışıklıklar, savaşlar, adaletsiz gelir dağılımı, daha huzurlu bir yerde yaşama arzusu gibi sebeplerle böyle bir yolu seçmektedirler. İnsani açıdan düşünüldüğünde kendi ülkelerinde karşılaştıkları sorunlarla birlikte geldiklerinde burada yüzleştikleri problemler onlar açısından olumsuzluklar barındırabilir. Ancak burada bizim için önemli olan asıl husus Türkiye’nin huzur ve istikrarıdır. Türkiye’nin barındırabileceği kapasitenin üzerinde gelen göçmenlerin ve mültecilerin durumları bu hususta çeşitli açılardan dikkate alınıp değerlendirilmelidir.

Bakıldığında bu göçmenlerin veya mültecilerin Türkiye’de çeşitli şehirlere dağıldıkları görülmektedir. Bunlar başlangıçta ağırlıklı olarak İstanbul başta, büyükşehirler ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yoğunlaşmış olsalar da bugün bütün Anadolu’ya dağılmışlardır. Yaşadıkları şehirlerde buraların durumlarına göre çeşitli sektörlerde iş gücüne katılmışlardır. Büyük oranda da vasıfsız iş kollarına girmişlerdir. Kendi iş yerlerini açan göçmenler ve mülteciler de bulunmaktadır. Ancak burada daha dikkate değer husus bunların içerisinde daha iyi eğitim ve meslek sahibi olanlarının Türkiye’de durmadıklarıdır. Bu tür kişiler genellikle Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Almanya, Fransa ya da diğer Avrupa ülkelerine gitmektedirler.

DEMOGRAFİK ETKİ

Belki Türkiye açısından ele alındığında sorulması gereken en önemli soru, bu göç hareketliliği ile Türkiye’ye gelen göçmenlerle mültecilerin durumlarının, ülkeye etkilerinin ne olduğudur. Bunların ekonomiye katkı sağladığını ifade edenler de sosyal bir problem olduğunda ısrarcı olanlar da bulunmaktadır. Meseleyi birtakım dinî ya da siyasi söylemlerle çarpıtanlar ve bu konuyu istismar etme peşinde olanlar yaygındır. Tüm bunlarla birlikte değerlendirildiğinde ise Türkiye’nin dara düşene yardım etmesinin tarihi ve kültürel kodlarından geldiği, bununla birlikte geldiğimiz noktada hem ekonomik hem sosyal bir maliyete Türkiye’nin katlanmak durumunda kaldığı açıktır. Kuşkusuz Türkiye bir göçmen deposu da değildir ve bu sorunların tüm devletlerin ortak sorunu olarak ve uluslararası kuruluşların öncülüğünde çözülmesi gerekmektedir.

Nüfus açısından bakıldığında aslında göçmenlerin veya mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları bazı yerlerde bulundukları yerin demografik yapısını ciddi şekilde etkiledikleri görülür. Böylesi bir durum ulusal güvenlik açısından da sorun olarak ileri çıkmaktadır. Zira bunların ülkenin belirli bölgelerinde gruplar hâlinde toplanmaları hem mekânsal hem de yapısal ve kültürel açıdan ayrı bir toplum oluşturulabileceği kaygılarını uyandırmaktadır. Bununla beraber bir güvenlik zafiyeti doğuracağını da düşündürmektedir. Elbette ki Türkiye buna karşı birtakım tedbirlere başvurmaktadır ve uygulamaktadır.

SOSYAL UYUM

Diğer yandan kimilerine göre bunlar ülke ekonomisinin büyümesine katkı sağlamakta ise de kimilerine göre de özellikle işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi, kayıt dışı istihdamın çoğalması gibi konularda bunların olumsuz etkileri vardır ve çalıştıkları bazı alanlarda iş gücü ihtiyacını karşılıyor gibi gözükseler de uzun vadede birçok sektörün el değiştirmesi durumuyla karşı karşıya kalınabileceği de değerlendirilmektedir.

Sosyal ve kültürel uyum noktasında ele alındığında göçmenler veya mülteciler Türkiye’ye geldiklerinde kendi değerlerini buraya taşımaktadırlar. Bu bir toplumsal uyum sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Nitekim farklı kimlik, dil, din, gelenek, görenek gibi yeni değerlerle karşılaşan bu kitleler uyum konusunda ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır. Zaman zaman da kendilerini yalnız, değersiz, yabancı hissetmektedirler.

Elbette Türkiye bunlara karşı elindeki bütün imkânları seferber etmiştir, gerekli yardımları da yapmaktadır. Ancak en mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayacakları yerler kendi ülkeleri ve topraklarıdır. Belki de bu konuda en çıkar yol, geldikleri yerlerde huzur ve istikrarın sağlanmasına katkı sunmak ve uluslararası camianın desteğiyle bunların geri dönüşleri için gerekli şartları oluşturmaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Betül OK ŞEHİDOĞLU, Göçmenlerin Mekân Tasarımında Hafızanın Rolü: Fenomenolojik Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya 2021. Yusuf ADIGÜZEL, Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi, İstanbul, Basım Yılı Yok. Hasan Hüseyin AYGÜL, “Mülteci Emeğinin Türkiye İşgücü Piyasalarındaki Görünümü ve Etkileri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 20, ss. 68-82.