Türkiye, bulunduğu konum itibarıyla göç güzergahları üzerinde bulunuyor. Savaş ve iç çatışmalar gibi durumlar söz konusu olmasa dahi, doğu ile batı arasındaki konumu Türkiye’yi göçmenler için geçiş ülkesi yapmaya yeterli. Ayrıca, sosyal ve ekonomik olarak görece daha iyi durumda olması, özellikle Ortadoğu ve Orta/ Güney Asya ülkelerinden göç etmek isteyenler için Türkiye’nin hedef ülke olarak da görülmesine yol açıyor. Siyasi ve ekonomik krizler ve istikrarsızlıklar, Türkiye’nin hem geçiş hem de hedef ülke olarak karşı karşıya kaldığı göçmen akınlarının ciddi derecede artmasına sebep oluyor.

Tüm dünyada göçmen ve mülteci sayısında kayda değer bir artış var. Çatışma ve şiddet nedeniyle evlerini/yurtlarını terk etmek zorunda kalanları sayısı her geçen gün artıyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre 2021 ortası itibarıyla zorla yerinden ayrılmış insanların sayısı 84 milyon civarında. Yine BM verileri, halihazırda 300 milyona yakın kişinin doğduğu ülkeden başka bir ülkede yaşadığını söylüyor. 2010’dan bu yana iltica başvurusunda bulunanların sayısının 18 milyona ulaştığı anlaşılıyor. Göç ve iltica öylesine bir hal almış durumda ki hiçbir ülke ya da bölgenin bu uluslararası sorun karşısında duyarsız kalması mümkün görünmüyor.

Suriye’de patlak veren kriz, bu sorunun ne denli büyük sosyal, ekonomik ve siyasi yansımalarının olabileceğini bizlere daha net gösterdi. Savaş sebebiyle yaşanan trajedi, Türkiye ve diğer komşu ülkeler başta olmak üzere, hedef olarak görülen Avrupa ülkelerini derinden etkileyen bir kriz halini aldı. Türkiye, yaklaşık 4 milyon Suriyeliye geçici koruma sağlamak gibi eşi benzeri görülmedik bir fedakârlık sergiledi. Türkiye savaş mağduru Suriyelilere kapılarını açmakla da kalmayıp eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri de imkanları kabiliyetinde tüm Suriyelilere sunmaya çalıştı.

Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı Türkiye’nin de ötesine geçmek, AB ülkelerinde yaşamak istediğinde ise savaş kadar trajik olaylar cereyan etti. Yunanistan sınırından silah zoruyla geri itilen veya Akdeniz’in ortasında botları kurşunlanarak ölüme terk edilen göçmenleri izlerken, sözümona medenî Batı’nın insanlık değerleri ve haysiyetini nasıl ayaklar altına alabildiğine tanıklık edildi. Avrupa’ya göçmenlerin kitlesel olarak varması, AB ülkelerinde ateşi söndürülemeyen ırkçılık ve İslam düşmanlığının enikonu alevlenmesine sebep oldu.

Aynı AB ülkeleri, Ukrayna’dan göçenler söz konusu olduğunda aynı düşmanca davranışları sergilemeyince ise, meselenin sadece göçmenlik değil ırk ve ırkçılık meselesi olduğu daha net görüldü. Türkiye ise göçmenlerin hangi ülkeden geldiğine, din ve etnik kökeninin ne olduğuna bakmadan herkese koruma sağlamak suretiyle, vakarına yakışanı ve kendinden bekleneni yaptı.

Türk devleti ve milleti milyonlarca göçmeni misafir etse de, hiçbir surette bu durumun Türkiye’nin güvenlik ve refahına zarar vermesine müsaade etmeyeceğini de açıkça ortaya koydu. Türk hükümeti, göç akınını kontrol altında tutabilmek için sınır ötesinde askerî, siyasi ve sosyal tedbirler almaktan da geri durmadı. Afrin’den Kandil’e ulaşacak bir güvenli bölgenin tesis edilmesi, Suriye içerisinde yuvalanan teröre darbe indirilmesi, terörden arındırılan bölgelere Suriyelilerin gönüllü bir şekilde geri dönüşünün sağlanması gibi hiçbir ülkenin yapamadığını yapan da yine elbette Türkiye oldu. Kısacası Türkiye, göçmenler konusunda tüm dünyaya örnek teşkil etti.

Yıllardır devam eden bu meselenin daha ne kadar devam edeceği, bundan sonra nereye evrileceği noktasında gerçekçi ve akılcı davranmak gerekiyor. Bu meselenin uluslararası hukuk ve insanlık değerleri göz ardı edilmeden ve bir an evvel çözümü için hem ülke içinde hem de sınırlarımızın ötesinde, kapsamlı, kalıcı ve akılcı çalışmalar yürütmekten başka bir seçenek görünmüyor.