Türkiye sadece kendi milletinin, kendi coğrafyasının, kendi iddialarının gereği olarak büyük, güçlü ve iddialı olmak zorunda değildir. Dünyanın en büyük imparatorluğunun yükünü omuzlarımızda taşıyoruz. Bıraktığımız coğrafyalar bizden sonra huzur bulamadı. Bu Orta Doğu için de, Balkanlar ve Kafkaslar için de böyledir. Özellikle Orta Doğu lime lime edilmiştir ve bir damla petrol, bir insanın kanından daha önemli ve değerli bir hâl almıştır. Bütün mazlumların Türkiye’den başka ümidi, Türk milletinden başka çıkış yolu yoktur. Belirleyen, iddialı ve lider ülke olmamız sadece Türk milleti için değil, başta İslam âlemi olmak üzere bütün mağdur milletler için gereklidir, hatta şarttır.

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLER

İslam ülkelerinin durumu ayrı bir sorundur ve ne yazık ki, içler acısı bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu vahameti görmezden gelemeyiz. Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz aynı. Yüzyıllar boyunca İslam’ın bayraktarlığını yaptık ve bütün bu coğrafyaya huzur ve adalet sağladık. Millet olarak da hassasiyetlerimiz var. Bizi biz yapan değerler, Türk ve Müslüman olmamızdır. Onun için “İslamiyet ruhumuz, Türklük bedenimizdir” diyoruz. Türklük gurur ve şuuru İslam ahlakı ve fazileti ile hayatımızı şekillendiriyoruz. Asrısaadet sonrası İslam ülkelerinin en büyük sorunu, iktidar kavgalarının her şeyin önüne geçmesi olmuştur. Bütün tartışmalar, yozlaşmalar, farklılaşmalar, hatta kavgalar buradan çıkmıştır. Bugün de durum farklı değildir. Bunun tek istisnası Osmanlı dönemidir.

HER YERDE AYNI SORUN

Biz olmazsak ne olduğunu, bugün acı örnekleriyle yaşayarak görüyoruz. Kudüs gibi Müslümanların ilk kıblesi olan bir mukaddes şehrin ABD-İsrail korsanlığı ile ele geçirilmek istenmesi, Türk ve İslam yurtlarının karşı karşıya kaldığı saldırıların ne ilkidir, ne de sonuncusu olacaktır. Daha kısa süre önce Kerkük için benzer bir saldırı yapılmış ve bu Türk yurdu, Barzani denilen teröristin ele geçirme oyununa maruz kalmıştı. Suriye ve Irak üzerinde oynanan oyunların bedelini milyonlarca günahsız Müslüman canlarıyla ödemiştir ve bu acıların daha ne kadar devam edeceği de belli değildir. Bu kadim topraklarda kan ve gözyaşı üzerinden bir terör devleti kurdurulmak istendiği de artık bir sır değildir. Dünyanın başka yerlerinde de benzer acılar yaşanıyor. Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri zulüm altındadır. Keşmir, Müslüman yurdu olmanın bedelini ödemektedir. Kırım, ağır bir Rus işgali yaşamaktadır. Ve bu Türk İslam merkezleri huzur bulmadıkça ne bulundukları bölgelere, ne de dünyaya huzur gelmeyecektir. 2

MİLYARLIK TÜRK VE İSLAM ÂLEMİ

Bugün dünyada 57 İslam ülkesi mevcuttur. Bu ülkelerin toplam nüfusu 1,7 milyar civarındadır. Toplam dünya nüfusunun neredeyse yüzde 25’ini oluşturuyor. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu devletler ile birlikte 300 milyonu bulan bir Türk nüfusuna sahibiz. Bu tablo aslında büyük bir gücü göstermektedir. Türk ve İslam âlemi, dünyanın en önemli blokunu oluşturuyor. Ancak ne yazık ki, bu büyük gücü, bu müstesna imkânı bugüne kadar kullanamadık. ABD ve bütün kan emiciler kepazelikten başka bir anlam ifade etmeyen Kudüs kararını alırken de, bizi köşeye sıkıştırıp kendi menfaat alanlarını genişletmeye uğraşırken de, PKK ve PYD gibi terör örgütlerini destekleyip İslam coğrafyalarını kan gölüne dönüştürürken de, Türk ve İslam dünyasının kendi gücü ve imkânlarının farkında olmamasından faydalanıyor.

GEÇ KALAMAYIZ

Biz istemesek de, görev bize düşüyor. Kerkük’teki işgale, Kırım’daki, Keşmir’deki, Kudüs’teki, Kaşgar’daki zulme, Kıbrıs’taki oyuna maruz kalanların tek ümidi Türk devletidir. Kudüs’ten gelenler, Filistinlilerin çektikleri acıları, açılan bir Türk bayrağına nasıl koşulduğunu ve “nerede kaldınız, sizi bekliyoruz” yakarışlarını gözyaşlarıyla anlatıyorlar. Bizim kimsenin vatanında, toprağında, denizinde, yer altı veya yer üstü kaynağında gözümüz yok. Ama özellikle İslam coğrafyasında biz yoksak, huzur olmuyor. Bundan kimse rahatsız olmasın. Suudi Arabistan ve etkisindeki ülkelerin kıskançlıkları bu gerçeği değiştirmediği gibi, kimseye bir fayda da sağlamıyor. Hiç kimse, “Ne işimiz Libya’da, Suriye’de?” diyemez. Hiçbir sınırı, hiçbir hakkı, hiçbir yakınlığı olmadığı hâlde binlerce kilometre öteden gelip, buraları kendi menfaatlerine göre ve kan dökerek şekillendirenlere meydanı bırakamayız. Biz olmazsak, terör oluyor, emperyalistler oluyor, kan emiciler oluyor. Çok daha önemlisi, biz bugün oralarda olmazsak, yarın çok geç kalmış olacak ve sıra kesinlikle bize gelecek. Buna her ne pahasına olursa olsun müsaade edemeyiz.