"İnsan hakları” çok eski tarihlerden bu yana var olmasına rağmen terim olarak son yüzyılda ortaya çıkmış ve çağımızın en özel terimlerinden birisi durumuna gelmiştir. Daha önceleri İnsan haklarının karşılığı olarak doğal haklar kavramı kullanılırdı. İnsanı her şeyin ölçüsü olarak ilk tanımlayan düşünür Protagoras olmuş, o günden günümüze kadar kâh bu paradigma etrafında düşünceler üretilmiş kâh anti-tutumlarla insan ve ona özgü olan nitelikler betimlenmiştir. Tarih, bu bakış açıları çerçevesinde, insanı bir değer olarak kabul eden ve etmeyen anlayışların bir çatışma alanına dönüşmüştür.

Çok boyutlu bir kavram olması nedeniyle insan haklarının her dönemde aynı olan tanımı, sayısı ve değişmeyen bir içeriğinin olması pek muhtemel değildir. Zira toplumsal değişim ve dönüşümler bu kavramın ve onun öz niteliklerinin neler olduğu konusunda değişmeleri beraberinde getirmektedir. İnsan haklarının insan topluluklarına değil, bireye göndermede bulunduğu ifade edilir. Bu nedenle insan hakları birey hakları şeklinde anlaşılmalıdır iddiası da söz konusudur. Çünkü bu haklar, temel niteliği itibariyle bir seçim, bir tercihte bulunmayı gerektirir. Tercihte bulunmak ise, bir şeyi diğer bir şeyden ayırma nedenlerini düşünebilme yeteneğine işaret eder ve bireye özgü bir şeydir. Bu çerçevede insan haklarının birinci özelliği onun bireysel olduğu, ikinci özelliği ise, özgürlük haklarına dayandığıdır. Bu bağlam içerisinde şunu ifade etmek gerekir. Bir yerde herhangi bir haktan bahsediliyorsa muhakkak ilk dile getirilen şey, onun özgürlükle olan ilişkisidir. Zira hak, talep etme düşüncesini beraberinde getirir, talep etmek özgür olmayı gerektirir. En yalın anlamıyla özgürlük, kişinin hayatını kendi tercihlerine göre kurma çabasının başkalarınca keyfi olarak engellenmemesi ve kişinin eylem olanaklarının kısıtlanmaması anlamına gelir.

Haklar demokrasiyi bir değer olarak kabul eden her devlet açısından anayasal güvence altına alınmış, farklı birtakım uygulamalar olsa da günümüzde demokrasiyle yönetilen ülkelerde genel kabul görmüştür. Bu anlamda hakların mahiyetine uygun (asıl anlamına) kavranması oldukça önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kendisini demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamaktadır ve tam da bu nedenden dolayı, hakları anayasal güvence altına almıştır ve haklara saygılı olduğunu yine anayasal çerçevede beyan etmiştir. Bunun için de hakların anayasa çerçevesinde korunması ve bu konudaki kuralların uygulanması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluğu altındadır.

Zaman zaman bazı çevrelerce Türkiye’de hakların uygulayıcısı olarak devlete yönelik birtakım eleştiriler yöneltilmekte, toplumsal ve bireysel haklar hususunda bazı açmazların olduğu söylenmektedir. Oysa toplumların ve kişilerin sahip oldukları hakların ihlal edilip edilmediği küresel bir sorundur ve sadece ülkemiz açısından değil, bütün devletler bağlamında tartışmaya açık bir konu olarak varlığını devam ettiren bir meseledir. Lakin ülkemizde haklar meselesinin hem öncülleri hem de sonuçları bağlamında nasıl anlaşıldığı çok önemli bir problemdir ve kanaatimizce bu hususta ülkemizde çok ciddi bir kavrayış problemi bulunmaktadır. Tabi bunu çok çeşitli alanlarda ele alıp tartışmak mümkündür. Ancak biz burada konuya Türkiye’deki siyaset anlayışı üzerinden bakmak ve bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

İfade etmek gerekir ki haklar konusu Türkiye’de siyaset kurumu içerisinde çokça tartışılan, istismar konusu yapılan, hatta maniple edilen hususların başında gelmektedir. Bunu en fazla maniple eden de söylemleri ve eylemleri birbiri ile zıtlık gösteren bugünkü HDP ve geçmişten bu yana takip ettikleri siyasi yapılardır. Gerçi çoğu zaman HDP mevcut durumunu açıkça ortaya koymaktan da geri durmamaktadır. HDP’nin uluslararası camiada da terör örgütü olarak kabul edilen PKK ile arasındaki bağ aşikâr bir biçimde ortadadır. Bundan dolayı PKK ile bağı apaçık ortada olan HDP’nin haklar konusundaki söylemlerinde şu hususlara dikkat etmek gerekir:

1- Öncelikle, HDP’nin hakları politik alanın manipülasyonunda kullanıyor olması bunları savunduğu anlamına gelmemektedir. Aksine HDP, haklar konusunu gündeme getirmekle politik alanı maniple edip kendi dünyasındaki asıl faaliyetlerini perdelemeye çalışmaktadır.

2- HDP’nin haklar adına giriştiği politik propagandanın nihai amacı; mensuplarının hakları olduğunu düşündükleri şeyi kazanmak değil, siyasi pozisyonlarını daim kılmaktır ki; bu hakları araçsallaştırmaktır ve gerçekliğin temel ruhuna aykırıdır.

3- HDP insanların hayat haklarına inanmadığı gibi onların özgürlüklerini savunduğu söylemi de büyük bir yalandır. HDP’nin temsilini üstlendiği PKK’nın bu ülkede kıydığı canlara istatistiksel olarak bakılması bunu anlamak için yeterlidir. Bunun için de HDP’nin küresel bir taşeron terör örgütü olan PKK’nın aleni siyasal temsili üzerinden herhangi hak söylemi ne olursa olsun toplum vicdanında karşılık bulmamaktadır ve bulmayacaktır. Çünkü yanlış öncülden doğru sonucun çıkması olası değildir.

4- Haklar ve özgürlük kavramı birbiriyle çok yakından ilişkilidir, özgürlüğün hem felsefi ve hem de haklar temelindeki değeri, eylemin sorumluluğunu almakla mümkündür. Bir terör örgütünün/PKK veya onun siyasal propagandasını yapan bir partinin/HDP böyle bir etik sorumluluk alması doğasına/ fıtratına aykırıdır. Terör örgütü yapısı gereği insan onur, haysiyet ve şerefini askıya aldığı için, o, ahlaki hiçbir kavramla dile getirilemez. Onu temsil eden siyaset de kabul görmez.

5- Özgürlük, keyfi bir tercih veya davranış olmadığı gibi, bir ulus devletin, bir milletin, birliğini, bütünlüğünü, geçmiş tecrübesini ve tarihsel aklını, gelecek tasavvuru veya umutlarını engellemeye yönelik bir tutumun ifadesi de kesinlikle değildir. Çünkü hem anayasal düzen hem de toplumsal hafıza buna asla izin vermeyecektir. Bundan dolayı ne PKK ne de siyasi temsili merkezindeki HDP bu konudaki amaçlarına hiçbir zaman ulaşamayacaklardır.

6- Şiddet uygulama özgürlüğüne sahip olmak, kamusal düzeni bozma eyleminde bulunmak, devletin imkânlarını hukuk dışı, anayasaya aykırı olarak bir örgüte tahsis etme imtiyazı ile hareket etmek, vatandaşı, öğretmeni, kamu çalışanlarını, güvenlik görevlilerini şehit eden bir terör örgütünü örtük veya açık olarak savunmak, ulus devlete karşı özyönetim iddiasında olmak gibi yıkıcı ve bölücü emelleri hak kavramı içinde görmek söz konusu olmadığı gibi bunların ne anayasal düzenimizde ne de evrensel hukukta yeri vardır.

7- 1980’lerden günümüze kadar Türk milleti hemen hemen her gün terör örgütü PKK’nın uyguladığı sistematik şiddeti, şehit edilen asker, polis, korucu, kamu görevlisi ve sivil vatandaşlarımızı, devletin imkân ve kaynaklarını örgüte taşıyan siyasetçileri, küresel taşeron olarak bu bölgede aldığı ihaleleri tek tek deneyimledi. Onun için HDP’nin grup toplantılarında veya mecliste süslü, naif, özgürlükçü ifadelerinin toplumda hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü eylemler ve söylemler arasındaki çelişki herkesin gözlemlediği basit bir gerçekliktir.

8- Her terör örgütü yapısı gereği hiyerarşiktir. PKK da terör örgütü olarak hiyerarşik bir yapıya sahiptir. HDP’nin de hem hiyerarşik bir örgütün seviciliğini yapması hem de mecliste, grup toplantılarında ve çeşitli platformlarda her türlü otorite veya hiyerarşiye karşı olduğunu savunması geçersiz bir söylem tarzıdır.

9- Bir başka dikkat çeken husus ise, HDP’nin çocukları istismar ederek PKK’ya katılmalarını teşvik etmesi, kadın hakları ve emeğin değeri konusundaki propaganda faaliyetleridir. HDP’nin kadını PKK’nın örgütsel ağlarında araçsallaştırıp, onun mahremiyetini, onurunu, şeref ve haysiyetini ve en önemlisi hayat hakkını ihlal edip ve yine onun haklarını savunduğunu iddia etmesi düpedüz ikiyüzlülüktür.

10- Bugün HDP Diyarbakır il binası önünde evlatlarının ellerinden alınarak PKK’ya teslim edildiği noktada, çocuklarının bölücü terör örgütü elinden kurtulması ve onlara kavuşmak için nöbette olan “Diyarbakır Anneleri” bir hak ve demokrasi mücadelesi vermektedir. İnsan hakları savunucularının en temel insan hakkı olan yaşama hakkını elinden alan PKK ve HDP’ye karşı verdikleri hak mücadelesinde Diyarbakır Annelerine duyarsız kalmaları bu kavramın hangi ellerde, hangi amaçlara hizmet etiğini de göstermektedir.

11- PKK’nın temsilini üstlendiğini söylemekten geri durmayan HDP aynı zamanda sık sık emek kavramına vurgu yapmaktadır. Emek, insanın çevresine katabileceği en değerli varlığı, eşyaya veya eyleminin yöneldiği nesneye ruhunu, duygusunu nakşetmesidir. Lakin bu anlamlardan çok uzak olarak HDP’nin emeğe yaptığı vurgu olsa olsa kamusal düzeni bozmak için insanları sokağa çağırmakta kullandığı bir argüman olabilir.

12- Nihayetinde insanların hayat hakkına inanmayan, insanların en temel hakkı olan yaşama hakkının ihlal edilmesinde başat aktör olan PKK ve onun siyasal temsili HDP’nin haklar söylemi, emek konusundaki açıklamaları sadece felsefi olmayan bir saçmalığın dışavurumudur.

Sonuç olarak her kişi, kurum, kuruluş ve yapının hukuka, anayasal düzene uygun milli ve maşeri vicdan temelinde meşruiyet içerisinde faaliyet icrası esastır. Bunları reddeden, devleti katil ve işgalci gören yapıların ne hukuki ne de ahlaki ve vicdani meşruiyeti olabilir. Asıl olan yine anayasal kurumların anayasal düzeni koruması gereğidir. Bugünlerde gündemde bulunan HDP’nin kapatılması yönünde Anayasa Mahkemesine açılan dava da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir konudur. HDP’lilerin sırtlarını PKK’ya dayadıkları beyanı yanında fiil ve eylemleri demokratik düzen içinde varlık bulmalarına mani bir haldir.

Ülkemizde temel toplumsal problemler tartışılmalıdır ancak bu asla HDP’nin eliyle, ifade ettiği bir biçimde, şiddetin diliyle, hakları araçsallaştıran sahtekarlıkla kısaca terör örgütü PKK diliyle, bölgesel istikrarsızlık yaratmak için ihale verdiği sistematiği (taşeronluğu) takip ederek gerçekleşmeyecektir. Çünkü buna hukuk, tarihsel akıl ve milli vicdan asla izin vermeyecektir.