HDP’nin kapatılması gündeme geldiğinden beri Avrupa’dan Türkiye’yi eleştiren ve hatta tehdit eden açıklamalara şahitlik ediyoruz. Söylemlerinde ortak bir noktaları var bu zevatın: “HDP’ye dokunursanız demokratik Avrupa’dan uzaklaşırsınız!”. Bu zatlar iddia eder ki HDP, “demokratik sistemde işleyen bir siyasi parti”dir. Buradan hareketle de HDP’nin kapatılmasının demokrasiye aykırı bir gelişme olacağını ve hukukun üstünlüğü ile de bağdaşmayacağını savunuyorlar.

Bu söylem, elbette ki bizler gibi HDP’nin aslında ne olduğunu iyi bilenler tarafından hiç itibar görmüyor ve bu söyleme dayanarak Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler bizim için abesle iştigal anlamına geliyor. HDP’nin PKK ile ilişkisini bilmeyen, bilse de bunu gizlemeye çalışan Avrupalılar ise HDP’nin kapatılmasına ilişkin davayı “hükümetin muhalefeti susturma girişimi” olarak takdim eden müfterilerin peşine takılmış gidiyor.

Türkiye’ye Brüksel’den bakan, PKK terörünün acılarını hissedemeyen, HDP ile PKK arasındaki kopmaz bağı göremeyen, terörle demokrasinin iç içe geçemeyeceğini idrak edemeyen bu gafillere bakarsanız HDP bir terör yapılanması değil de sanki bir demokrasi havarisi. İşin aslının böyle olmadığını anlatmak, yazmak, duyurmak gerekiyor. Zira, bunun böyle olduğunu objektif gözler ilk bakışta görüyorsa da terörle mücadele gibi evrensel bir ilke için bile Türkiye’ye karşı çifte standartlı yaklaşımdan vazgeçilemiyor.

Oysa Avrupa’da da terörizme maruz kalmış birçok ülke var. Avrupa’da terör dendiğinde IRA ve ETA hemen herkesin aklına gelen terör örgütleri. Avrupa bu örgütlerle mücadelede iş birliği sergileyerek kayda değer başarı sağlamış görünüyor. Örneğin İspanya’da ETA dendiğinde kimse “ETA, İspanya demokrasisi için vazgeçilmez bir unsurdur” diyemiyor, ETA’nın terör örgütü olup olmadığını kimse tartışmıyor. ETA ile arasında somut bağ bulunan Batasuna partisi de dolayısıyla terör unsuru olarak nitelendiriliyor. Bunun hukuki ve demokratik sonucu olarak Batasuna partisi kapatıldığında “İspanya’da demokrasi elden gitti” diye veryansın eden de olmuyor.

Söz konusu Türkiye olduğunda ise, ETA’ya ya da başka bir terör örgütüne Avrupa sınırları içinde yaşama hakkı görmeyenler, PKK ve HDP’nin varlığını sürdürebilmesi için Türkiye’ye ahkâm kesmeden edemiyor. Türk makamları terörle mücadele iş birliği talep ettiğinde PKK’ya karşı adım atamayan Avrupa ülkelerinde PKK’lılar sokaklarda cirit atarken, darbeye kalkışan FETÖ’nün ya da 40 bin masum sivilin katili olan PKK’nın militanlarıyla hukuk çerçevesinde mücadele eden Türkiye, ne hikmetse “terörle değil de muhalefetle” mücadele etmiş gibi davranılıyor. Batasuna kapatıldığında AİHM bunu hukuka ve insan haklarına aykırı bir gelişme olarak görmezken, terörle ilişkili suçlardan milletvekilliği düşürülen eski vekiller için güzellemeler yapmak için sıraya giriliyor.

Oysa sözüm ona demokratların her fırsatta dile getirdikleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dernek ve siyasi partilerin belli sınırlamalar içerisinde kalması gerektiğini açıkça belirtiyor. Esasen Sözleşme’nin 11’inci maddesi, HDP gibi demokrasiye tehdit oluşturan yapılarla mücadelenin devletler için bir hak ve görev olduğuna işaret ediyor.

Adı geçen madde, siyasi parti kurma özgürlüğünün bir sınırı olduğunu şu ifadelerle belirtiyor: “Yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz.” Yani, eğer bir parti ulusal güvenliğe, kamu düzenine ya da suç işlenmesinin önlenmesine halel getiriyorsa, o noktada siyasi partilerin kapatılması gündeme geliyor.

Nitekim Batasuna’nın kapatılmasının ardından AİHM, kapatma kararının bir hak ihlaline sebep olmadığını, diğer bir ifadeyle kapatmanın hukuka uygun olduğunu kayıt altına almıştır. Öyleyse, sözleşme ve AİHM’nin Batasuna kararı ortadayken, HDP’nin kapatılmasının Avrupa için bir samimiyet testi olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.