Ülkemiz tarımında yaşanan olaylara bakıldığında “taşın altına elini koymanın” hikâyesi geliyor aklıma, bu hikâye kısaca;

Sultan yolun ortasına büyük bir taş koyar, sonra pencereden izler.

Ne yapacak insanlar diye?

Vezir geliyor taşı görüyor. Aklına taşı yoldan kaldırmanın sadaka olduğu gelmiyor bile. Taşın etrafını dolaşıyor. Bakıyor duruma sonra diyor ki;

“Sultanımla konuşayım da yolun ortasından taşı kaldırması için bir adam bulalım. Hatta bu işler için bir kadro ayarlayalım.”

Vezir gidiyor arkasından asker geliyor. Asker de taşın etrafında dolaşıyor. Onunda aklına gelmiyor taşı kaldırmak.

Asker de diyor ki; “Vezirle konuşayım da yolun ortasına taş bırakanlara hangi cezayı vereceğiz, onu kararlaştıralım.” O da cezadan anlıyor. Çünkü onun hüneri de bu. Belinde kılıcı var çekti mi, tamam.

Derken o geliyor, bu geliyor.

Menfaatperest geliyor, saray dalkavuğu, saray maskarası geliyor…

Siz sarayda dalkavuğun ne işi var diye sormadan ben cevabını vereyim. Padişahlar öyle akıllı adamlar ki sarayda dalkavuk tutuyorlar, bir başkası padişaha dalkavukluk edince diyorlar ki; dur o senin işin değil. Burada benim dalkavuğum var. Dolayısıyla saraydaki dalkavuk kadrosu bu yüzdendir. Dalkavuk geliyor, taşın etrafında taklalar atıyor. Dalkavuklar, menfaatperestler ve ikiyüzlüler… Bunlar sürekli sorunların etrafında taklalar atarlar, sorunları asla düzeltmezler. Düzeltilmesi için de hiç bir şey yapmazlar. O sorunları çoğaltanları da överler. Yetmezmiş gibi onlara da efendimiz gözüyle bakarlar. Dalkavuk taşın dibine oturuyor taşa şiir yazıyor. “Sultanıma okuyayım diyor” kalkıp gidiyor. En son oradan geçen köylü vatandaş geliyor. Öğrenmiş yolun ortasındaki taşı kaldırmak “sadakadır.” Önce taşa bir tebessüm ediyor. Sonra diyor kaldırayım yolun ortasından bu taşı da kimsenin ayağına, hayvanına, arabasına takılmasın. Eşya sepetini ve sırtındaki küfeyi bir kenara koyuyor. Ya Allah bismillah deyip taşa sarılıyor. Sağa sola derken, taşı kaldırıp kenara koyuyor. Sonra bir bakıyor ki taşın altında bir kese, keseyi açıyor içinde altınlar, şaşırıp kalıyor. Bakıyor altınlar üzerinde bir not. Sultan şöyle yazmış “Bu kesedeki altınlar, taşın altına eline sokmayı becerebilenler içindir.” Taşın altına elini sokmazsa bir insan başarılı olamaz, mümkün değil maalesef.

Ülkemiz tarımının her tarafı taşlarla dolu. Bir şeyler yapabilmek adına başarılı olmak isteyen kişiler çalışacak ve taşın altına elini sokacak, başka türlü olmaz.

Ülkemiz tarımında şu anda iyiye doğru yönlendirilecek birçok fırsat olduğunu görüyorum. Bu dönem esasen tarımda fırsatlar dönemidir. Tarımı çok iyi anlatabilecek bir dönemdeyiz. Gelin Bakanlığımızın çatısı altında toplanalım, ülkemiz tarımını beraber yönetelim. Araştırma enstitüleri, üniversiteler, STK’lar, oda temsilcileri ve özel sektörler; kişisel çıkarlarımızdan, grupsal hesaplarımızdan vazgeçelim, sorumlu davranalım. Zaman “eleştiri yapma zamanı” değil; zaman “taşın altına elimizi sokma “ ve “birlik olma zamanı”.

14 MAYIS DÜNYA ÇİFTÇİLER GÜNÜ!

14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü aslında Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonunun (IFAP) kuruluş tarihidir. 14 Mayıs 1984 yılından beri her yıl kutlanıyor.

Beslenmemiz için gerekli tarım ürünleri üreten çiftçilerimizin bağ, bahçe, tarlada ve ahırda nasıl zor şartlar altında çalıştıkları hatırlatılarak, onların haklarının ve çalışma şartlarının iyileştirilmesine dikkat çekilecek bir şeyler yapmak için yapılırdı.

Peki, bizler çiftçiler için neler yaptık?

Hep yap “mış” gibi yaptığımızdan dolayı burnumuzun dibinde bulunan “çiftçi cevherinin” mevcudiyetini fark edemiyoruz. Bu büyük bir talihsizlikten başka bir şey değildir! Çiftçi olan ailemin ve ülkemiz çiftçilerinin gününü kutlarım. Kadınıyla, erkeğiyle ülkemizin fedakâr çiftçilerinin ekonomik ve sosyal alanda daha ileri seviyede yer almasını dilerim.