Osmanlı’nın son dönemlerinde Ermeni komitacılarının, çetecilerinin, teröristlerinin milletimize yaşattıkları bilinmektedir. Anadolu’da yaşananların benzeri Kafkasya’da da cereyan etmiştir. Bölgeyi işgal eden ve burada tutunabilmek için bölgenin demografik yapısını mutlaka kontrol altına almak gerektiğini anlayan Ruslar öncelikle burada yaşayan Hristiyan unsurları kullanmak istemişler, bunların içinde işlerine en yarayacak grubun Ermeniler olduğuna kanaat etmişlerdir. Ancak bölgede Ermeni nüfus sayıca azdı. Bu duruma çare Anadolu ve İran’dan getirilen Ermenilerin bölgeye yerleştirilmesinde bulundu. Böylece bölgede öncelikle Müslüman Türk unsurlar, ayrıca kendine itaat sorunu olan diğer halkların üstüne yürütebileceği bir güç oluşturmaya çalıştı.

Sovyetler Birliği döneminde de tüm antimilliyetçilik söylemlerine rağmen Ermeniler bu özel pozisyonlarından pek bir şey kaybetmediler. SSCB döneminde Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri istikrarlı biçimde zorunlu göç politikaları ile uzaklaştırılmış; bunların Azerbaycan içerisinde hayat şartlarına en uygun yer olan Karabağ bölgesine yerleştirilmelerine bile müsaade edilmemiştir. Bir oldubitti ile Karabağ bölgesinin bir kısmı Dağlık Karabağ olarak tanımlanıp, özerklik verilmiş ve burada Ermeni nüfusun yoğunlaştırılmasına çalışılmıştır.

Gorbaçov döneminde tıkanan rejimin toparlanması adına atılan Glasnost ve Perestroyka politikaları özellikle etnik ve ayrılıkçı eğilimleri hızlandırmış, toplumsal karışıklıklara sebep olmuştur. Ermeni şiddeti arttıkça Azerbaycan’da buna karşı tepkiler artmış, kitlesel gösteriler başlamıştır. Ermenilere müsamahakâr davranan Gorbaçov, Azerbaycan Türklerini katletmekten geri durmamış 20 Ocak 1990 yılında tarihe Kara Yanvar (Ocak) ya da Kanlı Yanvar olarak geçen katliamlar yaşanmıştır.

SSCB’nin çöküşü ile bir iç savaşa dönüşen Karabağ sorunu, Ermenistan’a yardım eden Rus ve Batılı güçlerce uluslararası hâle getirilmeye çalışılmıştır. Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü göz ardı edilerek Dağlık Karabağ’ı, Ermenistan’a bağlamak istemişlerdir. Ermenilerin iddiaları bir süre sonra özerk bölge sınırlarını aşmış, Azerbaycan’ın başka bölgeleri de işgal edilmiştir. Çatışmalar bir ateşkesle görece durmuş, kalıcı barışı sağlama işi uluslararası örgütlere bu bağlamda oluşturulan AGİT’in Minsk Grubu’na bırakılmıştır. Fransa ve Rusya gibi Ermeni yanlısı olduğunu saklamaya bile gerek duymayan ülkelerin oluşturduğu bu grup, tilkiye tavuk emanet etmeye benzeyen bir hâl almıştır. Nihai olarak Azerbaycan ordusunun hepimizin göğsünü kabartan işgalcileri defetmeye yönelik operasyonu ile barış çabaları gerçekçi bir zemine taşınmıştır.

Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı işgal girişimleri oldukça kanlı ve acımasız olmuştur. Savaş ve insanlığa karşı işlenen suçların hepsinin örneği yaşanmıştır. Türklere karşı bir korku ortamı yaratarak etnik temizlik gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu çabaların en acımasızlarından biri Hocalı’da yaşanmıştır.

Hocalı, stratejik öneme sahip, havaalanı olan, önemli yolların kesiştiği, Dağlık Karabağ bölgesinin başkenti olan Hankendi’ni kontrol edebilecek bir mevkideki Türk şehridir. Bu şehrin direnişi bölgedeki diğer Türk şehirlerine de örnek olmaktaydı. Ermeniler Hocalı’yı düşürürlerse psikolojik üstünlüğün kendilerine geçeceğini düşünmekteydiler. Hocalı’nın ele geçirilmesi durumunda Askeran ve Hankendi arasındaki yol açılarak Şuşa dışındaki bütün Dağlık Karabağ’ın Ermenilerin kontrolü altına alınması söz konusu olacaktı. 1991 yılının Ekim ayından itibaren bölge kuşatılmış, kara yolu ulaşımı engellenmiş, bir süre sonra hava yolu ulaşımı da mümkün olmamıştır. Elektrik, su ve doğal gaz kesilmiştir.

Nihayet 1992 yılının 25 Şubat’ını 26’sına bağlayan gece Ermenistan Silahlı Kuvvetleri, Hankendi’nde konuşlandırılan eski Sovyetler Birliği 4. Ordu 23. Tümeni’ne bağlı 366. motorize alayın katılımı ve kalabalık bir insan gücüyle uzun süredir kuşatma altında tuttukları Hocalı’ya saldırıya geçtiler. Şehir nüfusunun çoğu kafası kesilerek, gözleri oyularak, derisi soyularak, canlı canlı yakılarak ve diğer işkencelerle öldürülmüştür. Bu soykırım eylemi sonucunda resmî verilere göre 613 kişi katledilmiştir ki bunlardan 63’ü çocuklar, 106’sı kadınlar, 70’si ise yaşlılardır. 8 aile tamamen mahvedilmiştir. 56 kişi özellikle acımasız işkenceler sonucunda öldürülmüştür. Bunların dışında, 1275 kişi esir edilmiştir ve esirlerden 150’sinin akıbeti hâlen bilinememektedir. Bu rakamlar resmî olarak açıklananlardır ancak öldürülenlerin sayısının bunun çok üstünde olduğu ifade edilmektedir. Gayriresmî rakamlara göre, katledilen Türk sayısı 1.300, yaralı sayısı 1.000’in üzerindedir. Katliam nedeniyle 25 çocuk hem öksüz hem yetim, 130 çocuk da öksüz veya yetim kalmıştır.

Hocalı’da yaşananlar katliam denerek geçiştirilemez, Hocalı olayı bir soykırımdır. Hocalı’da işlenen fiiller, BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde beş bent hâlinde sıralanan fiillerden ilk üçüne uymaktadır. Bunlardan ilki, “grup üyelerinin öldürülmesi” eylemidir. Hocalı’da veriler ve deliller ışığında, 613 kişinin öldürüldüğü bilinmektedir. “Grup mensuplarında ciddi bedeni ve zihni zarara sebep olma” fiili de Hocalı’da gerçekleştirilmiştir. Saldırılarda 487 kişi sakat kalmış, 1275 kişi ise alıkonulmuştur. Ayrıca Hocalı sakinleri işkenceye, fiziki ve ruhi tacize, tecavüze ve pek çok insanlık dışı muameleye maruz kalmışlardır. Son olarak “grubun fiziki varlığını kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak kasten yaşam şartlarını değiştirmek” fiilidir. Hocalı katliamının gerçekleştiği tarihten yaklaşık beş ay önce başlamak üzere, Hocalı sakinleri Ermeni birliklerinin değişik uygulamalarına maruz kalmıştır. Hocalı abluka altına alınmış, bombalanmış, ulaşım imkânları ellerinden alınmış, temel ihtiyaçlarının karşılanması bile engellenmiştir. Su, elektrik, doğal gaz ulaşımı engellenmiştir. Bu eylemlerle Hocalı sakinleri için yaşam koşulları ağırlaştırılmış, doğrudan gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra dolaylı yollarla da yok etmeye yönelik sistematik bir faaliyette bulunulmuştur. Yaşam şartlarının köklü bir şekilde değiştirilmesi ve hatta imkânsız hâle getirilmesi söz konusu olmuştur.

Tüm bu katliamlar olurken Ermeni lobileri ve taraftarları kamuoyunu etkilemeye çalışmış, yaşananları çarpıtarak mazlum Ermeni imajını lanse etmişlerdir. Çatışmayı bir dinler mücadelesi gibi göstermişlerdir. Tarihi gerçekler eğilip bükülerek bir Ermeni yurdu oluşturulmaya çalışılmış, bu uğurda işlenen tüm cinayetler mağdurun üzerine yıkılarak iki kez eziyet görmesi sağlanmıştır. Hocalı’da gözler önünde katliam yapanlar, neredeyse bunlar kendi kendilerini öldürdü deyip, buna da önce kendilerini sonra da başkalarını inandırmaya çalışmaktadırlar. Hocalı’nın hesabını hukuki olarak sormazsak Türk milletini yok etmeye cehdedenlerin cesareti artmaya devam edecektir.