İki perdelik oyun!

Abone Ol

Bugün ikinci perdesi oynanmakta olan oyunun önümüzdeki zaman sürecinde gıdaya erişim olarak üçüncü perdenin gösterime gireceğinden kuşkunuz olmasın!

Oyunun ilk perdesi ikinci dünya savaşını izleyen süreç içerisinde başlatılmıştır. İhtiyacını aşan miktarda buğday, pamuk yağı, pirinç ve soya yağı üreten bizimle hem dost hem de müttefik olan ülke, bu ürünleri satmak ve üretim fazlası ürünleri için kendine sağlam ve sürekli pazarlar ararken bir yandan da politik güvenliğini de güçlendirmek için bilinçsiz ve kolayca yola getirebilecek toplumlar arıyorlardı. Ülkemiz ilk olarak bu toplumlardan biri olarak görülmemiştir. Fakat hızla kalkınma arzusu ve politik çatışmaların hazırladığı uygun ortamlardan dolayı yapacakları operasyon için uygun bir ülke olarak seçilmiştir.

Ülkemize 1950’den sonra başlayan çeşitli yardımlar arasında parasız, düşük fiyata yiyecek maddeleri önemli yer tutmuştur. Zamanın hükümetleri “Bedava sirke baldan tatlıdır” anlayışı ile ülkemize bu gıda maddelerini sokmuşlar ve politik güç kazanmak için halkı bol yiyecekle ve ucuza beslemenin kolay bir çare olacağını düşünmüşlerdir.

Aslında dış güçler Türk halkının bol miktarda et, süt ve yumurta ile balık tüketmelerini o günde istememişlerdir bugünde istememektedirler. Plan aynı ama kurgu zaman ve şartlara göre değişiklik göstermektedir. Unutmayalım ki  “Türk toplumu çok et ve sütle beslendiği devirlerde dünyaya hükmetmiş tarihsel birikime sahip üstün bir toplumdur.” Eyerleri altında pastırma taşıyarak ve bu gıdalarla beslenen Cengiz Han’ın atlıları kımız içtikleri, yoğurt ve kefir kullandıkları dönemlerde zaferden zafere koşmuşlardır. Dolaysıyla Türk halkının aynı biçimde beslenmesinin entelektüel gücü etkileyerek aynı sonucun ortaya çıkmasına sebep olacağını düşünen, bilen dış güçler “Türk halkının bol miktarda tahıl ve az miktarda et, süt yumurta ve balığın sağlanacağı düzene sokmak istedikleri açıktır.” Bu planı hayata geçirmek içinde öncelikli olarak hayvancılığımızın gelişmesini engellemek hatta baltalamak olarak düşünmüşler ve bu plan doğrultusunda hızla ilerlemişlerdir. Hatta bu ilerleme halen devam etmektedir. Tahıl gurubunda öyle başarılı olmuşlar ki “bir Yozgatlı olarak makarnayı bize yufkayla yedirmeyi başarmışlardır.” (“ekmeksiz yenirse bir yemek karın doymaz” mantığını da başarıyla bizlere vermişler)

Et ve Balık Kurumunun faaliyete geçtiği dönemde kurumun yurt hayvancılığını kalkındırmasından korktukları için işin başına işten anlamayanların getirilmesine ve bunu sağlamak için hükümetlere telkin ve tavsiyelerde bulunmaya özellikle dikkat etmişlerdir. Yönetici olarak genel müdürlüklere; avukat, asker, kaymakam, mühendis formasyonlu insanlar getirtilmiş ve kendi uzmanlarının etkisi altında çalıştırılmıştır.

Ülke hayvancılığının kalkınmaya başladığı 1950-1960 yılları arasında ülkemize çok ucuz fiyatla süt tozu verilmiş, hayvancılığın bitirilmesi için donmuş olarak tavuk, hindi, koyun ve sığır eti yollamıştır dost ve müttefik ülke. Dolaysıyla ülkemizde maliyetin altında fiyatlarla satışa sundukları bu yiyeceklerle yerel üretimi zararlı bir iş kolu haline getirmişlerdir. Bizim yerli üreticilerimizde ellerindeki hayvanları mezbahaya göndermişler ve elde ettikleri para ile başka sektörlere yönelmişlerdir. Baltalama hareketi tamamlandıktan sonra dost ve müttefik ülke; bize et ve süt tozu satışını yapmamıştır. Sonuç olarak et ve süt fiyatı yükseldiği için Türk halkı et ve süt yerine ekmekle beslenme yoluna gitmiştir.

Entelektüel gücün gelişmemesi ve sağlığın düzene girmemesi için et yememesi arzulanan Türk toplumunun çok tahıl ile beslenmesi ve bu tahılların ülkemizde üretilmeyerek dış alımının (ithalat) sağlanması yapılan et ve süt operasyonuyla aynı zamanda tahıl oyununa da ülkemiz sokulmuştur. Geçmişte zeytinyağı üzerinde oynanan oyunun aynı şeklide buğday, pirinç, şeker, mısır üzerinde de devam etmektedir.

Hiçbir besleyici değeri olmayan ve iyi kontrol edilemeyen yabancı kaynaklı besin maddelerini yiyip içmenin; Türk toplumunun kültürel bir parçası olmasıyla yüz yüze gelmiş milli yiyeceklerimizin yerini alması hem üzücü hem de üzerinde çalışılması, zaman harcanması gereken önemli bir konudur.

Geçmişten günümüze sayabildiğim bu dolaylı davranışlar Türk halkını çok miktarda ekmek ve soya margarin yağı (boş kalori kaynakları) ve çok az et, süt, yumurta ve balıkla beslenen hasta ve güçsüz bir toplum haline getirip amaçlarına kolayca ulaşabilmenin hesaplarıdır. 

Tarım önemlidir!

Tarım güçtür!

Üretim önemlidir!

Üretim güvendir!

Uluslararası arenada söz sahibi olmaktır!

Dolaysıyla “siyasette manevra alanı geniştir ama tarımda öyle değil!” Ana ve yavru muhalefetlerin daha çok politik çatışma ve bu yöndeki eğilimler içinde olmaları, milli varlığınızı temelden tehdidi altına almakta olan bu bilinçli operasyonları görmeyişleri-görmezden gelmeleri, mevcut durumdaki karar vericilerin ise önlemleri almada geç kalması son derece üzücü ve ülkemiz tarımı açısından ters bir gelişmedir.

Son Söz: Bütün mesele bilmekte ve tedbirli olmaktadır! Bize verilen her şeyi kabullenmek ve iç üretim politikamız musluklarının her zaman böyle akacağını düşünerek hareket etmek, şekillendirmek geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da bize zarar veren bir davranış olarak kalacaktır.

Kalın sağlıcakla…