Freud’a göre, kitleler uygarlığa “tembel” oldukları için geçmiştir. Bu söylem, tarımdan önce insanlığın daha büyük bir huzur ve doğayla özdeşleşme durumunda yaşadığını öngörmektedir. Bugünkü huzursuzluk ortamında buna itiraz etmek kolay değil.

Ben, en azından ömrümüzün başlangıcından bu yana, bilim ve teknolojideki gelişmelerin tahmin etmekte zorlanacağımız kadar ve hızlı olduğunu düşünüyorum. Bunca ilerlemeye rağmen de dünya insanlığın dertlerini çözebilmiş değil.

Örneğin, daha önce olmayan virüsler on yıllık döngülerde dünyanın başına bela olabiliyor. Köyümüzdeki tavuklarımızdan oluyoruz. Bu virüsler biyolojik bir silahtır desek, büyük bir komplo teorisi olur. Ama sonuçları ve verdiği zarara bakıldığında aynı bir silah gibi. Bugünlerdeki virüs, diyelim ki medeni olmayan beslenme tercihlerinden oluşan bir durum. Ama bilim ve teknolojinin ürettiği başka silahların aldığı canlara, verdiği zararlara hepimiz tanık oluyoruz. Silahlanma adı üstünde bir yarış. Hep beraber silahlanılıyor, hep beraber silahsızlanılıyor.

Ülkeler bu yarışta silahları edinmek için büyük çaba gösteriyor, büyük vergiler alıyor, bu vergiler de aslında halkın refahından alıyor. Ateş, ateşi getiriyor. Gün geliyor, bu yarış ekonomik krizleri tetikliyor. Gün geliyor, zamanında laboratuvar ortamında cetvel sınırlar ve oluşturulmuş azınlık yönetimler kendi alanlarını korumak için bu silahları kendi insanına karşı kullanıyor.  Ahmet Hamdi der ki; “Fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir. Fakat sefalet hoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsan da insanı öldürür. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür.” İşte bu silahlanma ve türlü sebeplerle çıkarılan çatışmalar ve savaşlar, fakirliği sefalete doğru sürüklüyor. Suriye’de zaten fakirlik içindeki insanlar bugün sefalete sürüklendiler. Özetle, teknoloji ve silahlanma gelir eşitsizliği demektir.

Silahlanma manipülatiftir de… Bilgiye dayalı  “medeni” vahşi Batı için, savaş barıştan daha kârlı. Batı için ajanlık faaliyetleri ve yönetimlere müdahale ile çatışmalar ve savaşlar oluşturulması işten bile değil.

Hâlbuki medeniyet "Ta'mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâd", yani fen ve teknoloji ile yaşam alanları oluşturarak insanların rahat, huzur ve emniyet içinde yaşamlarını sağlamakken, nasıl tek dişi kaldı?

Burada eşitsizliklere devam edelim. Teknolojiye erişimdeki eşitsizlik, eğitimde de ülkeleri geriye koyabiliyor. Bugün Türkiye’de bir akademisyen evinden yüz binlerce makaleye ulaşabilirken, Afrika’da çoğu ülkede eğitim abc aşamasında. Afganistan’da abc eğitimine dahi erişimde sıkıntı var. Özetle, teknoloji bu anlamda eğitim eşitsizliği demektir.

Teknolojiye erişim, ülkelerin her alandaki refahını etkilediği gibi, dünya sisteminde rekabetini ve dolayısıyla dünyanın ürettiği birikimli zenginlikten (küresel gelir) aldığı payı da engelliyor. Sağlık, makine, kimya, tarım, genel üretim ve aklınıza gelebilecek hemen her alanda teknolojiyi kullanan, daha ucuza ve çoğunlukla daha kaliteli üretebiliyor. Teknolojiye erişimde de engeller var. Ya bedelini verip o teknolojiyi almanız gerekiyor (para), ya da aynı teknolojiyi siz de geliştirmelisiniz, tabi üretenin teknolojiyi korumak için kullandığı koruma engelleri (patentler) aşılabilirse. Özetle, teknoloji bu anlamda gelişmede eşitsizlik demektir.

Sosyalist Maksim Gorki’nin dediği gibi “Teknoloji, boynumuzdaki ilmiği daha da sıklaştıracaktır, elimizi kolumuzu daha sıkı bağlayacaktır.” dersek sadece bir yandan bakmış oluruz. Devamında, biraz da tersinden, bilim ve teknoloji insanlığın huzuru için neler sunabilir buna bakmalıyız.