İslam düşmanı kimliği ile tanınan bir “siyasetçi” olan Rasmus Paludan'ın Stockholm’deki Türk Büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim yakması, bekleneceği üzere infiale yol açtı. Paludan isimli soysuzun ağababaları da yaklaşık bir asır önce 20. yüzyılın en büyük soykırımı olan Holokost’un ve insanoğlunun gördüğü en büyük yıkım olan 2. Dünya Savaşı’nın müsebbibi olmuşlardı. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının ne olduğunu en iyi bilenlerin torunları, aynı kokuşmuş zihniyetle dedelerinin izinden gidiyor.

Avrupa’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığının her geçen gün artarak ciddi bir tehdit haline geldiğini görmeyen, duymayan, yazmayan, okumayan kalmadı. Bu tehlikenin farkında olanlar, bu hastalıklı fikirlerin mağdur ettiği kesimlerin başında Müslümanların geldiğini de biliyor. Avrupa’nın günümüzdeki en büyük sorunlarından biri haline gelen İslamofobi olarak da adlandırılan İslam/Müslüman düşmanlığı, sözüm ona medenî Avrupa’nın iki yüzlülüğünün, oryantalizm takıntısının ve dünyaya huzur değil kaos getirme potansiyeli taşıdığının açık göstergesi.

Hitler’in Yahudiler için düşündüğünü günümüzde Müslümanlar için düşünen bir güruh giderek büyüyor ve pervasızlaşıyor. İsveç’te mukaddes kitabımıza kirli ellerini süren Paludan da işte bu ırkçı, iğrenç ruh hastalarından biri. Ancak bu alçağın yaptığını, bir ruh hastasının münferit bir eylemi olarak görüp hafife almak doğru olmaz. Bu menfur saldırı, Avrupa’yı giderek saran ve tüm kıtayı ciddi şekilde sarsacak olan ırkçılık belasının tezahürlerinden biri.

Paludan denen adam bozuntusunun, eylem yeri olarak Türk büyükelçiliğini seçmesi de ayrıca önemli. Türkiye’den başka Müslüman ülke mi yok? Bu eylemi yapmak için illaki bir elçilik binasının önüne gelmek mi gerek? Bunu İsveç’in herhangi bir meydanında, sokağında yapamaz mıydı? Daha önce de benzer saldırılar gerçekleştiren bu zat, 2019’da bu sefer Danimarka’da yine onlarca polisin koruması altında kitabımızı yakarken alelade bir sokak köşesini seçmişti. Bu sefer eylemin Büyükelçiliğimizin önünde yapılmasının arka planında ne yatıyor olabilir?

Öncelikle, eylem için seçilen yerle, Avrupa’da “İslam dünyası” dendiğinde akla ilk gelen ülkenin Türkiye olduğu ya da Türkiye’nin İslam dünyasının en önde gelen ülkesi olarak görüldüğü gerçeği dışa vurulmuş oldu. Belli ki İslam dünyasını asırlarca Haçlı ruhuna karşı muhafaza edip ayakta tutanın Türkler olduğu unutulmamış. Anlaşılıyor ki bu gibi ırkçıların gözünden bakınca İslam Türk’süz, Türklük İslamiyetsiz düşünülemiyor.

İsveç ve Danimarka’da “Müslüman’sız bir toplum” görmek isteyen bu sapkın zihniyet, Müslüman Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini veto edebilecek bir konumda olmasından çok rahatsız. İsveç’in NATO üyeliği için Türkiye’nin onayına muhtaç olması, Paludan gibilerinin ağrına gidiyor. Avrupa’dan uzaklaştırmak istedikleri Müslüman Türkiye’nin İsveç’e “NATO için şunu şöyle yapmalısın” diye şart koşar pozisyonda olmasını içine sindiremiyor.

Eylemin polis koruması altında gerçekleştirilmesi de rezalete İsveç hükümetinin ortak olduğunun kanıtı. İsveç hükümeti yetkililerini “yapılanı, söylenenleri benimsemiyoruz” gibi laflarla sorumluluktan kaçmaya çalışması da bu durumda beyhude bir çabadan öteye geçmiyor. Bu ırkçının Kur’an-ı Kerim yakmasına izin verilmesini, İsveç’in NATO üyeliğini aslında önemsemediği şeklinde değerlendirmek yanlış olmasa gerek. Zira İsveç, NATO’yu çok isteyen bir ülke olsaydı önce PKK militanlarının Cumhurbaşkanımıza yönelik eylemine, sonra da kutsalımıza saldırılmasına izin vermezdi. Marjinal bir siyasetçiyi dizginleyemeyen, PKK militanlarına sokakları dar edemeyen, teröristleri iade ederek Madrid’de altına imza attığı zaptın gereklerini yerine getiremeyen aciz ve cılız bir ülkenin NATO’da ne işi var ki zaten.

Kur’an-ı Kerim yakma eyleminin hemen ardından PKK/PYD militanlarının Türkiye ve Türk aleyhine gösteriler için tekrar yollara dökülmesi de dikkate değer. İsveç’in Türkiye ile yakın ilişki kurmasından korkan ırkçılarla teröristler el ele vermiş birbiri ardına Türkiye’yi provoke etmeye çalışıyor. Bu süreç, İsveç’e pahalıya patlayacak. NATO’ya girememek belki de İsveç’in karşılaşacağı zararın en hafifi, en önemsizi olacak. Irkçıları polis koruması altında kollayıp nefret kusmasını izleyenler, teröristlerin İsveç’i esir almasına gık diyemeyenler, er yada geç bu acizliklerinin bedelini ödeyecek. Irkçılığın günün sonunda kendisini yediğini en iyi Avrupalılar biliyor olsa gerek.