Tüm dünyanın gözü önünde insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işleniyor. Kutsal bir mekânda ibadet eden insanlar silahlı saldırıya uğruyor, orantısız güce maruz bırakılıyor, Müslümanların üstüne bombalar yağdırılıyor. Hak ve hukuk ayaklar altına alınıyor, Müslümanlara en temel insan hakkı olan yaşama hakkı bile çok görülüyor. Zalimin zulmü, mazlum bir halkı inletirken tüm dünya “itidal ve diplomasi” telkininde bulunuyor. Türkiye gibi cesur ülkeler İsrail’i en sert dille kınarken, bazıları kalkıp iki tarafa birden “aman şiddetten uzak durun” demekle yetiniyor. Orta Doğu’yu kaos ve istikrarsızlığa sürükleyen İsrail, kendi yaşam alanını genişletmek için her türlü zorbalığı ve hukuksuzluğu kendine bir hak kabul ediyor.

Peki uluslararası hukuk, BM Güvenlik Konseyi nerede? Uluslararası hukukun güçlülerin haklarını ve çıkarlarını meşrulaştırmaktan başka bir işlevi olmadığını savunanlar acaba gerçekten haklı mı?

Savaş suçu, insanlığa karşı suç, saldırı suçu ve soykırım gibi ağır suçların kovuşturmasıyla yetkili olarak kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Temmuz 2002’de fiilen çalışmaya başladı. Mahkemeyi kuran Roma Statüsü’ne göre, ihdas edilen savcılık makamının kendiliğinden soruşturma açma yetkisi var. Üye devletlerden birinin talebi üzerine de savcı soruşturma açabiliyor.

Roma Statüsü’ne göre, devletleri yargılama yetkisine sahip olmayan UCM, sadece kişileri yargılayabiliyor ve yargılanacak kişinin de Statü’ye taraf ülke vatandaşı olması gerekiyor. İsrail ise Roma Statüsü’ne taraf değil. Ancak bu durum, İsrail’in işlediği ağır suçların cezasız kalacağı anlamına gelmiyor. Zira Statü’ye göre, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit veya ihlal edildiği hâllerde BM Güvenlik Konseyi suç teşkil eden olayın mahkeme tarafından yargılanmasını isteyebilir. Bu durumda, taraf olmayan bir ülkenin yetkilileri tarafından işlenen suçlar için mahkemenin yetkisine girmiş oluyor. Diğer taraftan Filistin, UCM’ye taraf ülkelerden birisi ve İsrail’in işlediği suçların UCM tarafından soruşturulmasını talep etme hakkına sahip. Nitekim 2018’de UCM’ye başvuran Filistin, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail devleti tarafından işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçları UCM’ye taşıdı. UCM Savcılığı, Aralık 2019’da İsrail’in Filistin topraklarında işlediği savaş suçlarıyla ilgili ön incelemesini tamamladı ve 5 Şubat 2021’de tarihî bir karar verdi. UCM, 1967’den bu yana İsrail’in işgali altındaki Doğu Kudüs dâhil Filistin topraklarında işlenen suçlar için yargı yetkisinin bulunduğuna hükmetti.

Bu kararla İsrail’in işlediği suçlar yüzünden yargılanmasının önü açıldı. İsrail’in Filistin’de işlediği suçlardan dolayı hesap vermesinin ve söz konusu suçların sorumlularının tespit edilmesinin sağlanması da böylelikle gündeme gelmiş oldu. Ancak bekleneceği üzere İsrail, mahkemenin bu konuda yargı yetkisi olmadığını iddia ederek bu kararı tanımadı. Roma Statüsü devletlere iş birliği yapma yükümlülüğü getiriyor olsa da İsrail açıkça iş birliği yapmayacağını ilan etti. Üstelik, Filistin’e UCM ile iş birliği yapmaması için tehditte bulundu.

3 Mart 2021’de UCM Başsavcısı tarafından İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında savaş suçu işlemesi ile ilgili resmi soruşturma başlatıldı. Bu gelişmelerin İsrail’in Filistin’e yönelik aşırı ve orantısız güç kullanımına karşı bir caydırıcılık sağlayacağı beklentisi ortaya çıkmıştı ancak son bir haftada yaşananlar İsrail’in uluslararası hukuku çiğnemeye devam edeceğini bir kez daha gösterdi.

Eğer uluslararası hukuk sadece güçlünün taleplerini meşrulaştırma aracı değilse, eğer uluslararası sistemde gerçekten bir hukuk ve adalet arayışı varsa, eğer BM Güvenlik Konseyi beş daimi üyenin elinde kukla hâline gelmediyse, derhâl hukuk işletilmeli ve İsrail hesap vermeli, bedelini ödemelidir. Bir bakıma İsrail’in bitmeyen mezalimi, “uluslararası barış” söylemlerinde bulunan sözüm ona medeni dünya için bir samimiyet testidir. İsrail’in zorbalığı mı uluslararası hukuk mu büyük, hadi görelim şimdi.