Osman Kavala’nın tutukluluğu bahanesiyle Türkiye’nin iç işlerine karışmaya kalkan büyükelçilerin “istenmeyen adam” ilan edilmesi gündemde. Türkiye hükümeti, diplomatik temsilcilik yapmak ile sömürge valiliği yapmak arasındaki ayrımı bilemeyen, Türkiye’ye el sallayarak talimat vermeye cüret eden büyükelçilere, haddini bildirmek üzere. ABD Büyükelçiliğinden dün akşamüstü gelen bir açıklama, ABD’nin bu akıbetle yüzleşmekten kaçındığını gösteriyor.

18 Ekim’de aralarında ABD’nin de bulunduğu on ülkenin büyükelçisi, Kavala hakkında devam eden davaya işaret ederek, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne gölge düştüğünü iddia etmiş ve Kavala’nın serbest bırakılması çağrısında bulunmuştu. Türkiye’nin egemenlik haklarına ve Türkiye’deki yargının tarafsız ve bağımsız olması ilkesine açıkça tezat teşkil eden bu çağrı, bekleneceği üzere hükümet ve milli hassasiyetleri güçlü feraset sahibi vatandaşlar tarafından sert tepkiyle karşılandı. Türkiye’de iktidarın yıpratılması için atılan her adımı destekleyen, iktidar sarsılsın da nasıl olursa olsun, kimden gelirse gelsin fark etmez gözüyle bakan muhalefet partileri ise Türkiye’ye karşı yapılan saygısızlıktan nasıl nemalanırız diyerek elini ovuşturmuştu.

Ancak, Türkiye’nin haklı ve güçlü tepkisi bu ülkelere geri adım attıracak gibi görünüyor. Nitekim, bir hafta sonra ABD Büyükelçiliği 1961 tarihli Viyana Sözleşmesi’ne atıf barındıran bir açıklama yapmak zorunda kaldı. ABD Büyükelçiliğinden yapılan açıklamada, Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine riayet edildiğinin altı çizildi.

18 Nisan 1961 tarihinde imzalanarak 24 Nisan 1964 tarihinde yürürlüğe giren “Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi”, devletlerin egemen eşitliği, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve uluslar arasında dostane ilişkilerin geliştirilmesi hakkındaki amaç ve ilkeleri teyit ederek başlıyor. Sözleşmenin 3. maddesinde, diplomatik misyonların görevi sıralanıyor. Buna göre; büyükelçilerin, gönderen devleti kabul eden devlette temsil etmek; kabul eden devlette, uluslararası hukukun müsaade ettiği sınırlar içinde gönderen devletin ve vatandaşlarının çıkarlarını korumak; kabul eden devlet hükümeti ile müzakereler yapmak; gönderen devlet ile kabul eden devlet arasında dostane ilişkileri ilerletmek ve ekonomik, kültürel ve bilimsel ilişkilerini geliştirmek gibi görevleri ifa edeceği belirtiliyor.

Sadece bu maddedeki görev tanımına bakarsak dahi, bir ulusal mahkemenin aldığı hukuki kararı eleştirip yargı kararını değiştirmek için siyasi güç dayatmanın hiçbir diplomatik misyon şefinin görevi olamayacağını söylemek mümkün. Üstelik, ABD misyonunun atıf yaptığı 41. madde, diplomatik ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan her diplomata önemli bir yükümlülük daha getiriyor. “Kabul eden devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmek” ve “kabul eden devletin iç işlerine karışmamak” her diplomatik temsilcinin görevi olarak hüküm altına alınmış durumda. ABD tarafından yapılan açıklamada bu hükme gönderme yapılması ise, 18 Ekim’deki açıklamanın diplomatik misyonlar için çizilen çerçevenin dışına çıkıldığının ikrar edilmesi anlamına geliyor.

ABD bu şekilde geri adım atmakla, diğer dokuz ülkeyi de zor bir duruma düşürmüş oldu. Şimdi bu ülkeler ABD gibi mi davranacak yoksa Türkiye’ye karşı mütecaviz tavırlarına devam mı edecek onu göreceğiz. ABD’nin bile “biz sizin işinize karışmayacağız” dediği bir noktada Avrupa ülkelerinin direneceğini ve Osman Kavala’yı desteklemek pahasına istenmeyen adam ilan edilme gibi bir sonuca katlanmayacağını beklemek daha makul olur. Aksi hâlde, Avrupa’nın aklıselimden ve dostane ilişkiler yürütme niyetinden iyice uzaklaştığına hükmetmek gerekecek. Kavala’ya destek mesajlarını alkışla karşılayan muhalefetin aklıselimden ve milli hassasiyetlerden çok uzakta olduğundan zaten şüphemiz yok. Bakalım şimdi onlar nasıl tevil edecek.