PKK’lıların Paris’i savaş alanına çeviren eyleminin, terör örgütünün Avrupa ülkeleri için de bir tehdit olduğunu gösterdiğini bir önceki yazımda dile getirmiştim. Avrupa ülkeleri, Paris eylemleri sonrasında ya bu örgütün üstüne giderek onu tamamen etkisiz kılmak zorunluluğunu hissedecekler ya da “aman dokunmayalım da bizde de Paris’tekine benzer olaylar yaşanmasın” diye düşünecekler demiştim. Avrupa’nın bu ikilem karşısında takınacağı tavır, PKK’ya karşı nasıl bir duruş sergileyeceğini belirleyecek iddiasında bulunmuştum. Bunun üzerinden sadece bir hafta geçti ve NATO üyeliği için Türkiye’nin onayını almak için çırpınan İsveç’in, ikinci yolu tercih etme hatasına düştüğü ifşa oldu. 

İsveç’te yaşanan rezalet, en müreffeh ve sözüm ona demokrat AB ülkelerinin birinde dahi teröristlerin sokaklarda kol gezebildiğini gösterdi. Türkiye’ye verdikleri taahhütlerin arkasında olduğunu ve PKK ve FETÖ gibi örgütlere fırsat vermeyeceklerini iddia eden İsveç hükümetinin dirayet göstermekteki acziyeti de böylelikle ortaya çıktı. 

İsveç’in PKK’nın en güçlü şekilde varlık gösterdiği ülkelerden biri olduğu zaten biliniyordu. PKK/YPG iltisaklı güruhun Cumhurbaşkanımızı hedef alan ve aşikâr bir şekilde suç teşkil eden eylemi, terör örgütünün İsveç otoritelerinden neredeyse hiç çekinmediğine delalet ediyor.  AB ülkelerinin, nefret suçu ile mücadele etme hususundaki onca mevzuatı ve siyasi kararına rağmen, nefretin kime karşı olduğuna göre muamele edildiği, çifte standardın devam ettiği de anlaşılıyor. Nefret suçunun mağduru Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olduğunda acaba bu sözde demokrat AB ülkesi ne yapacak? Bu suçu işleyenler hakkında nasıl bir hukuki süreç işleyecek? Bu suça karışanlar ne zaman tutuklanıp, ne şekilde cezalandırılacak? 

Türkiye’nin bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasını dillerine dolayıp Türkiye’yi haksız yere eleştiren ülkeler, bir diğer Avrupa Konseyi sözleşmesi olan “Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi” hükümlerini yerine getirecek mi göreceğiz. Türkiye’nin ve İsveç’in taraf olduğu mezkûr sözleşme, “Akit Taraflar, yardımlaşma talep edildiği sırada, cezalandırılması talep eden Tarafın adli makamlarının yetkisine giren suçlara ilişkin davalarda, birbirlerine en geniş adli yardımda bulunmayı taahhüt ederler” hükmünü taşıyor. Bu çerçevede, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında İsveç makamlarına bir istinabe talebi gönderilmiş durumda. 

Suç teşkil eden söz konusu eylemleri gerçekleştiren faillerin tespit edilmesi ve delillerin toplanarak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini içeren istinabe talebine İsveç makamlarının nasıl karşılık vereceği, İsveç’in Avrupa Konseyi sözleşmesine ne kadar bağlı kaldığını da belli edecek. Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi üzerinden yerli yersiz eleştirenler, bakalım kendi yükümlülükleri söz konusu olduğunda ne kadar ahde vefa gösterecekler. Türkiye’nin adı geçen uluslararası sözleşmeden doğan hakkını Türkiye’ye verecekler mi yoksa teröristlerin işlediği aleni suçların cezasız kalmasına seyirci mi kalacaklar. Bu noktada elbette, suçun failleri arasında Türkiye’nin iadesini talep ettiği kişilerin olmasının Türkiye’nin İsveç’ten beklediği adımların ne kadar isabetli ve meşru olduğunu ispat ettiği gerçeği de dikkate alınmalı.  

Terör örgütünün eyleminin İsveç’in NATO üyeliğini “sabote etmek” üzere sahnelendiğini belirten İsveç hükümeti bu tespitte haklı da olsa, burada işlenen suçun esasen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı ve dolayısıyla Türk devleti ve milletini hedef aldığı görmezden gelinmemeli. Bu kepazeliğin “İsveç’in NATO üyeliğine yönelik bir sabotaj” olduğu iddiası üzerinden “asıl mağdurun İsveç olduğu” algısı yaratılmamalı, mağduriyet söylemi ile sorumluluğun yerine getirilmediği örtbas edilmemeli. 

İsveç makamları, PKK’nın varlığı bertaraf edilmediği takdirde, İsveç’in eninde sonunda PKK terörünün mağduru olacağı ihtimalini de göz ardı etmemeli. Eski Başbakanlardan Olof Palme’nin 1986’da suikast sonucu öldürülmesinde PKK’nın eli olduğu gerçeğini gizlemeye çalışan İsveç, “PKK’yı rahatsız etmemek” ile “NATO’ya üye olmak” arasındaki tercihini yaparken PKK’nın gerçek yüzünü görmek ve ona göre davranmak zorunda.