‘Dost, dar günde belli olur’ diye bir atasözü var. Çok şükür ki dar günde değiliz, ama ‘dost’ diye nitelendirilenler yanımızda yer almadı.  Operasyonlar başlar başlamaz Müslüman Arap ülkeleri kendi akıllarınca Türkiye’yi kınama veya yalnız bırakma siyasetini izlediler. Emperyalist güçlerin hoşuna gidecek diye toplanıp karar alan Arap ülkelerinin unuttuğu veya görmezden geldiği birçok konu var. Öncelikle, Türkiye’nin Arap ülkelerine değil, tam tersine Arapların Türklerin desteğine ihtiyacı vardır. Bütün konularda Türkiye’den kesintisiz destek alan bu ülkeler yine de tarihte de olduğu gibi yeni bir hataya imza attılar. Elbette ki bu konuda Arap ülkelerini eleştirdiğimizde ezilen, zulüm gören kesimi uzak tutmamız lazım. Gözyaşları içinde boğulan, acı içinde kıvranan bir toplumdan beklentimiz olamaz, hatta yine zamanı geldiğinde onların imdadına Türk koşacak, onlara yine de Türk sarılacak. Halkına ve Müslüman ülkelere ihanet içinde olan krallara, prenslere, bakanlara rağmen sarılacak.

Batı ülkelerinden bu konuda destek beklememiz manasız olurdu. Hem Avrupa’nın hem Amerika’nın dış politikalarının temel prensipleri çıkar üzerine kurulduğundan Türkiye’yi anlamamaları doğaldır. ‘Bana dokunmayan yılan bin  yaşasın’  diyen, besledikleri yılan zamanı geldiğinde kendilerini soktuğunda bile akıttığı gözyaşlarında samimi olmayan bu güçler asla güçlü Türkiye istemediler ve istemeyecekler. Türk ve Müslüman dünyasının öncülüğünü yapan Türkiye’nin yanında ise her zaman kültürü, tarihi bir olan öz kardeşi olmuştur. Türk Cumhuriyetlerinin ve Türk toplumlarının Türkiye’ye tutumu herkesçe belli.  Karşılıksız, çıkar gütmeden ve köklere dayalı bir bağ vardır.  Unutulmamalıyız ki, şu an ittifak halinde olduğumuz devletlerin ana unsuru da Türklerdir.  Bugün belli politikalardan dolayı ortak gözüken İran ve Rusya’nın yapısını incelediğimizde barındırdıkları ciddi Türk nüfusunun Türkiye için önemli faydaları olduğunu ve olabileceğini söylemek gerekir. Bir şeyi de itiraf etmeliyiz ki o da Türk dünyasına yönelik politikalarda  bazı noktalarda geç kalmış olmamızdır. Yine de birçok sorunun çözüme kavuşması hâlâ imkânsız değildir.   Halk diplomasisi seviyesinde topluluklarımız arasında ciddi bir sorunun oluşacağı düşünülmemektedir. Zaten Türkiye’ye olan sevginin kodlarında yatan sihri çözmek için tarihe, edebiyata, sanata inmek yeterlidir. Seçilmişlerin bunu daha da ileriye götürmesi ve altyapısını sağlama alması gerekmektedir.

Artık dış politikamızın değişen hükümetlerin tutum ve ideolojilerine göre belirlenmemesi, oturmuş bir devlet politikasına dönüşmesi lazım.  Bunun kalıcı olması bölgede ve dünyada güçlü bir Türkiye’nin varlığının göstergesidir.

Yüzümüzü öncelikli olarak Türk dünyasına çevirmeli ve bütün alanlarda ilişkilerimizi pekiştirmeliyiz. Coğrafyamıza baktığımızda büyük bir nüfusa ve topraklara sahip olan Türklerin dilinin Birleşmiş Milletler'in resmi dilleri listesinde olmaması elbette ki bizim ayıbımızdır.  O yüzden bu gibi eksikliklerin ortadan kaldırılması ise öncelikle Türkiye’nin üzerine düşmektedir. Ama bütün bunlar için seçilen cumhurbaşkanının halkın önünde konuştuğu zaman artık Kerkük’e, Kaşgar’a, Urumçi’ye, Tebriz’e, Karabağ’a, Bişkek’e, Taşkent’e, Aşkabat’a, Bahçesaray’a ve nice Türk yurtlarına selam göndermesinin zamanı geldi.