2 Dünya Savaşı sona ererken Japonya, Mihver Devletler’in yıkılan son kalesi olmuştu. ABD ve müttefikleri, Japonya’yı teslime zorlamış ancak Japonya savaştan çekilmeye rıza göstermediği için savaşı bitirebilmek amacıyla dünya tarihinde ilk ve son kez kullanılan atom bombaları Japonya topraklarına atılmıştı. Yıkım öylesine büyüktü ki başka seçenek göremeyen Japonya, Eylül 1945’te teslim anlaşmasını imzalamak durumunda kalmış, kayıtsız şartsız teslim olmuştu.

Ardından ABD öncülüğündeki müttefik işgali başlamış ve işgal 1952’ye kadar devam etmişti. Japonya’nın 1947 tarihli anayasası da İşgal Kuvvetleri Komutanı General McArthur’un liderliğinde kaleme alınmış, yedi yıl süren işgal boyunca Japonya bilfiil ABD tarafından yönetilmişti. Japonya’nın işgal sonrasında hızla kalkınarak kısa sürede ekonomik ve ticari açıdan dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri hâlini alması ise ABD’nin “başarılı” işgal yönetimi ile ilişkilendirilmişti. Hatta “Japon mucizesi”nin ABD’nin eseri olduğu iddia edilmişti. Japonya, ABD’nin en başarılı “ulus inşa süreci” olarak öne çıkmıştı.

Japonya’nın ABD işgali ile Batı’ya entegre olması ve liberal demokratik bir sistemle ekonomik ve sosyal refahı yakalaması sayesinde ABD’nin ilerleyen dönemlerde giriştiği tüm işgal ve savaşlar, “ABD müdahale ederse böyle başarılı olursunuz” iması da içeriyordu. ABD, her dış müdahalesine girişirken, “yeni bir Japonya” ortaya çıkarabileceği gerekçesini dile getirdi.

Ancak, Japonya’daki gibi bir süreç ne Vietnam’da, ne Irak’ta, ne de Afganistan’da yaşandı. Tam aksine, Irak ve Afganistan gibi ülkeler, ABD müdahalesinin öncesindeki günleri mumla arar oldu.

ABD’nin çıkış için gün saydığı Afganistan, Japonya’nın aksine belki de ABD’nin en başarısız müdahale ve işgal örneği oldu. İşgalin üzerinden neredeyse yirmi yıl geçti ancak ABD işgali ile yönetimden uzaklaştırılan Taliban, son iki aydır her geçen gün mevzi kazanıyor. ABD başta olmak üzere NATO ülkeleri tarafından eğit-donat programları ile desteklenen Afgan ordusu, Taliban karşısında mağlup olup geri çekilirken, Taliban’ın kontrol ettiği saha giderek genişliyor. Afgan yetkililer Taliban ile baş edebileceklerini savunsa da sahadaki gelişmeler pek bunu destekler gibi durmuyor.

Nitekim Taliban ile çatışan 1000 küsur Afgan askerinin hayatta kalabilmek için sınırın öte tarafına geçerek Tacikistan’a sığınması, Afgan ordusunun acziyetini gözler önüne seriyor.

ABD’nin Afgan merkezi yönetimi ile Taliban arasında varılmasını temenni ettiği “Afganlar arası barış” hiç de gelmiş ya da gelecekmiş gibi görünmüyor. ABD’nin eylül ayında Afganistan’dan ayrılacağını ilan etmesi, Afgan ordusu karşısında Taliban’ı daha cüretkâr kılıyor ve sahadaki denge Taliban lehine değişmeye devam ediyor.

Bu süreç devam ederse, arzulanan barış belki de hiç gelmeyecek. ABD, yirmi yıl sonra arkasında bir enkaz bırakarak ülkeyi Taliban’ın insafına terk etmiş olacak.

Bir tarafta yedi yıllık işgalin ardından ekonomik bir dev olarak çıkan Japonya, diğer yanda ise yirmi yıllık işgalin ardından kaos ve belirsizlik içinde kalan Afganistan…

Eğer “Japon mucizesi” ABD’nin eseri ise ABD bunu neden Afganistan’da başaramadı? Elbette bunun birçok açıklaması var. Evvela, şunun altını çizmek gerekir ki Japon mucizesi Amerikalıların iddia ettiği gibi tek başına ABD’nin başarısı değildi. Ayrıca, birbirinden çok farklı olan iki ülkeye aynı reçete uygulansa bile sonucun aynı olmayacağı da çok açık.

Bir örnekteki başarının aynen tekrar etmeyeceğini Afganistan ispat etmiş oldu. Bunun ABD müdahaleciliği için önemli bir sonucu olacak. Bundan sonra ABD müdahalesi/işgali dendiğinde “Japon mucizesi” değil “Afganistan kaosu” akla gelecek ve ABD’nin huzur ve refah değil kargaşa ve istikrarsızlık getiren bir güç olduğu algısı giderek kuvvetlenecek.