İlk romanım Kan Meclisi 1915’i 'Ermeni Meselesi'ni bütün dramatik yönleriyle yansıtmak için kaleme almıştım.

1915 yılının o sisli ortamında cansiparane bir tutumla vatan topraklarını savunan pek çok ilim, fikir ve devlet adamı, romanın şahıslarını oluşturuyordu.

Enver Paşa, Talat Paşa, Sait  Halim Paşa, Bahaattin Şakir ve İttihat Terakki’nin idealist, alim ideoloğu Ziya Gökalp.

Gerçek şahısların yanında romanın ana karakterleri olan Adli Tıp Hekimi Ahmet Kemal ve Alman gizli servisinin başı Wesmussen’in elemanı olan gazeteci Helga elbette hayali tiplerdi ve hikayenin dramatik yönü onların aşkının gölgesinde anlatılıyordu.

Fakat bu öyle bir gölgeydi ki aşkı gölgede bırakıyordu.

Vatansever ruha komşu bir yüreğin yüklendiği her aşk ülkenin kaderiyle imtihan edilir.

Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı zamandan, Van’ın işgaliyle vatanı savunmak için son çare olarak beliren “tehcir”e ve oradan Çanakkale’nin müdaafasına yönelen olayları roman tarzında anlatmak kolay değildi.

Konu hassastı, olaylar sisli bir zemin, zaman, mekan tablosu içeriyordu. Ermeni meselesi sadece Avrupa başkentlerinde siyasete alet edilmekle kalmıyor milli hassasiyetlerle çalışması gereken ulusal kamuoyunda da  bilgisizliğin eşliğinde zihinlerde sessizce infilak eden bir algı bombasına benziyordu.

İlk romanımdı ama yazmakla kendimi bahtiyar hissettiğim bir vicdan çalışmasıydı da aynı zamanda.

Aydınlarımız kimi ideolojik alışkanlıkla, kimi milli yahut ulusal görüntü verildiğinde çağ dışı olunacağı endişesiyle haymatlos bir psikoloji sonucu yakın tarihe gerçeklik penceresinden bakamamakta ve bir çeşit bilinç körlüğü yaşamaktadır.

Gerçeğin bilgisi tarihimizin lehinedir. Elbette dünyayı ikna etmek çok da mümkün değildir. Çünkü dünyanın çivisi, milletler mücadelesinin şiddeti ile çakılmıştır ve milletler mücadelesinin kitabında iknadan çok zor geçerlidir. Bu zor kavramı ise sadece fiziki zorla değil belki daha fazla psikolojik ve zihinsel donanımla ifade edilir. Türkiye milli davasını önce kendi zihninde sağlamlaştırmalıdır. Bir ülkenin zihni kamuoyunun temsilcileriyle şekillenir.

Ermeni meselesi açısından Türk milletinin yüzü aktır.

Yaptığım  araştırmalar sonucu öğrendim ki bu sorun da pek çok sorun gibi şark meselesinin devamından ibarettir. Müdrik bir zihin, Türkiye’nin son iki asrını dikkatli ve objektif bir bakışla incelediğinde konunun özünü yakalayacaktır. Osmanlı Devleti’ni parçalamak için İngiltere, Rusya ve Fransa başta olmak üzere pek çok devletin aldığı tavrı öğrenmek Ermeni meselesini gözler önüne serecektir. Gerçekler orta yerde duruyor ama biz bu gerçeklerle ne kadar ilgileniyoruz?

Biz kendi gerçeğimize yabancı olursak yabancılar, milletler mücadelesinin gereğini yaparak yalan yanlış enformasyon çalışmasını sürdüreceklerdir.

Kan Meclisi 1915’ten sonra Kurt 2015 romanını da kaleme aldım. Çünkü mesele devam ediyordu.

Şimdi de Kuşatma-Yedi Uyuyanlar filmiyle bir şeyler anlatmak istiyorum.

Çünkü Kuşatma’nın iç içe geçmiş olaylarla örülü hikayesinin bir damarı da bu meseleye ışık tutmaktadır.

Tarih, kendi gerçeğine ilgisiz milletlere karşı acımasızdır.

Kendi gerçeğimizi öğrenmek ve savunmak görevimiz olmalı.