Türkiye’nin maruz kaldığı dış politika konuları iç politikayı nasıl etkiliyorsa, iç politika gelişmeleri de dış politikayı etkileme potansiyeli taşıyor. Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında dış politikada sergilediği milli beka odaklı ve kararlı duruş, sadece diğer ülkeleri değil dış kaynaklardan beslenen iç aktörlere de rahatsızlık veriyor. Ensesine vurup lokmasını aldıkları bir Türkiye hayal edenler, hem dış politikamızı hem de iç siyasetteki gelişmeleri haksız eleştirilerle rayından çıkartmaya kalkıyorlar. Ama nafile!

Sayın Devlet Bahçeli’nin son TBMM Grup Toplantısı’nda, “Terörle mücadele kahramanca devam ederken, vatan savunması tehditlerin doğduğu alanlarda cesaretle yapılırken, bu mücadelenin içinde yer alan asker ve sivil devlet adamlarını itibarsızlaştırma çabaları hain bir amaca matuftur… Devletin hükmü şahsiyetini, milletin kutlu varlığını uçuruma çekmek üzerine ifa edilen şirret kampanyayı görüyor ve takip ediyoruz. Türkiye’nin önünü kesmek için yarış hâlinde olanlarla, karar ve irade organlarına ambargo koymak maksadıyla algı düzenekleri kuranlar, herkes bilsin ki, ele ele vermişler, yıkım ittifakının potasında birleşmişlerdir. Tekraren uyarıyorum, oyun büyüktür, oyun kirlidir, oyun karanlıktır, çok boyutlu ve çok aktörlüdür.” sözleri tarihi önemde bir uyarıdır.

Uyarı, Türkiye’de iç siyasi kargaşa çıkarmak için kökü dışarıda olanları aklını başına alma uyarısıdır. Bu uyarı, koltuk hırsıyla yanıp kavrulanlara “önce ülkem ve milletim” şiarını hatırlatan bir uyarıdır.

Dışarıda sıkışanların içeride bir iktidar değişimi arzulaması, içeridekilerin de bunu fırsat bilip dışarıdakilerle iş birliğine girişmesi “düşmanımın düşmanı dostumdur” söylemine göre hareket eden ne çok gafilin olduğunu gözler önüne seriyor. “İktidar devrilsin, koltuk bana geçsin de ülke yanarsa yansın” diyenlerin nasıl da kaos ve istikrarsızlık bekledikleri açıkça görülüyor.

Ne utanç vericidir ki, Türkiye’yi işlemediği soykırım suçuyla itham edenler olduğunda Türkiye’den birileri bundan dolayı sevinebiliyor. Döviz kurları fırlasa, vatandaşın geçim sıkıntısı artsa bunun iktidara zarar vereceğini düşünenler ellerini ovuşturabiliyor. Görev esnasında bir askerimiz, bir polisimiz şehit düşse, “belki terör operasyonlarından vazgeçerler” diye ham hayale kapılanlar olabiliyor. Türkiye kendi deniz yetki alanlarında doğal kaynak bulduğunda üzülenler, Türkiye’yi Akdeniz’de hapsetmeye kalkanlara denizleri bırakın, topraklarımızı peşkeş çekmeyi bile aklından geçirebiliyor.

Şu çelişkiye bakın ki, salgın yüzünden ölümler yaşandığında hükümete “tedbir alınmıyor, herkes sokakta geziyor” diye kafa tutanlar, hükümet sokağa çıkma kararı uyguladığında herkesten önce ortalığa dökülüp “kısıtlama getiremezsiniz, hak hukuk…” diye zırvalıyor. Aşı tedariki yapılamıyor diye aklınca hükümete çamur atanlar, aşıya hayır kampanyası yürütüyor.

Karabağ’a özgürlük getiren Azerbaycan ordusunu “işgalci” ilan edenler, Filistin’deki işgali neden göremez? Türkiye’yi insan hakları gerekçesiyle eleştirenlere alkış tutanlar, PKK/ PYD’nin katlettiği on binlerce insan için neden üzülemezler?

Velhasıl, iç siyasetteki kuru gürültü ne memleketin ne de milletin hayrını düşünmeyen, hükümeti devirmek amacıyla yeni Gezi olayları benzeri çalkantılar çıkarmak isteyen bir güruhun aktif olduğu son günlerde daha net ortaya çıktı. Bunlar kirli hedeflerine ulaşabilse, en çok kimler memnun olur bir düşünün…

Göreceksiniz ki Kandil’de köşeye sıkışanlar, Libya’da Trablus’u ele geçiremeyenler, Mescid-i Aksa’da sivillere saldıranlar, Ermeni ve Pontus soykırım yalanlarını bas bas bağıranlar, 15 Temmuz’da sivillere kurşun sıkan hainler ve bunlara alan açmak için parasını, zamanını, emeğini, haysiyetini harcayan harici bedhahlar, en çok memnuniyet duyanlar olacak.