Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının neredeyse yüzde 75 olduğu dikkate alındığında önemli bir rezervin keşfedilmiş olmasının ülkemize birçok açıdan güç katacağı malum. Daha az enerji ithalatı yapacak olmanın dış ticaret açığında olumlu yönde bir etki yapacağı, akla gelen ilk kazanım oluyor genelde. Bunun yanı sıra, belki de bundan daha da önemlisi, enerji alanında daha büyük bir oyuncu olması sebebiyle, Türkiye’nin eline yeni bir koz geçmiş olması.

Doğu Akdeniz’de yaşanan çekişme ve sürtüşmelerin altında yatan nedenlerden birinin bölgede keşfedilen doğal gaz kaynakları olduğu biliniyor. Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Mısır’ın Akdeniz’de kesiştiği bölgede son 10 yılda bazı enerji kaynaklarının keşfedilmesi, bölgedeki hareketliliği arttırmıştı. GKRY, İsrail ile olan deniz sınırında bulunan Aphrodite gaz sahasında 129 milyar metreküp rezerv keşfettiğinde kendini dev aynasında görmeye başlamıştı. Türkiye’de kimileri 320 milyar metreküplük rezervi küçümsüyor olsa da Doğu Akdeniz’de GKRY’nin kopardığı tantananın altında yatan rezervin bizdekinin neredeyse üçte biri olduğunu unutmamak lazım.

Doğu Akdeniz’de İsrail’e ait kesimde bulunan Leviathan gaz yatağının yaklaşık 600, yine İsrail’e ait Tamar gaz yatağının yaklaşık 320 milyar metreküp rezerve sahip olduğu biliniyor. Mısır’a ait Zohr gaz yatağında ise bu ikisinin toplamına yakın (850 milyar metreküp) miktarda doğal gaz keşfedilmiş durumda.

İlk bakışta bu üç ülkenin rezervlerinin Türkiye’ninkine kıyasla daha büyük olduğu düşünülebilir ancak, Türkiye’nin önemli bir farkı var. Doğu Akdeniz’deki ülkelerin doğal gaz keşfi ve üretime geçiş süreci, bu ülkelerin kamu kaynakları ile sağlanmış değil. Örneğin, Mısır’ın Zohr gaz yatağının yüzde 50’si İtalyan Eni şirketine, yüzde 30’u Rus Rosneft’e, yüzde 10’u İngiliz BP’ye ve kalan yüzde 10’u BAE merkezli Mubadala petrol şirketine ait.

Benzer bir durum İsrail için de geçerli. Örneğin Leviathan sahasının yaklaşık yüzde 40’ı ABD’li bir şirket olan Noble’a ait. Türkiye ise tamamen yerli kaynaklarla elde ettiği sismik araştırma ve sondaj gemileri marifetiyle keşfettiği doğal gazı yine kendi kaynaklarıyla üretip satmaya muktedir. Dolayısıyla Türkiye’nin enerji kaynaklarına Avrupalı ya da Amerikalı şirketlerin ortak olmaması, işin ekonomik boyutu değerlendirilirken göz ardı edilmemeli.

Türkiye’nin yeni keşiflerle mevcut rezervi büyütmesinin kuvvetle muhtemel olduğu da dikkate alınırsa, Doğu Akdeniz’de enerji üzerinden Türkiye’yi devre dışı bırakmak isteyenlerin bundan sonra daha temkinli olması gerekecek. Doğu Akdeniz’deki gazı GKRY-Girit-Yunanistan üzerinden AB’ye ulaştırmak derdinde olan ülkeler, stratejik değeri artan Türkiye’nin TANAP hattı üzerinden Avrupa’ya daha büyük miktarda gaz satabileceğini artık hesaba katmak zorunda. Dolayısıyla, Türkiye’nin rezervlerinin sadece yerli kullanım, fiyatların ucuzlaması ve dış ticaret dengesi çerçevesinden değil, dış ilişkilerde sağlayacağı avantajlar çerçevesinde de tahlil etmek gerekir.

Zaten büyük zorluklar ve belirsizlikler yüzünden akıbeti pek de belli olmayan bazı enerji nakil hattı projelerinin gözden geçirilmesi gerekebilecek. Özellikle, Doğu Akdeniz gazını AB pazarına iletmek üzere tasarlanan ve bir silah gibi Türkiye’ye doğrultulan Eastmed Boru Hattı’nın tamamlanması ihtimali biraz daha zayıflayacak. Türkiye, bölgesinde kızışan gaz ticareti oyununda dengeleri değiştirebilecek bir aktör olmaya aday görünüyor.