24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşı şiddeti ve tesiri itibarıyla tüm dünyada olumsuz yansımaları beraberinde getirirken, gelinen aşamada savaşın boyutu da giderek artmaktadır. Taraflar arasında yaşanan çatışmalar, her iki tarafın da büyük kayıplar vermesine sebep olmaya devam etmektedir.

Batı’nın Ukrayna’ya olan desteği devam etmekle beraber Ukrayna yönetimi ise gelen yardım miktarlarının azalmasından duydukları endişeyi dile getirmeye koyulmuştur. Rusya ise gelinen aşamada Ukrayna’ya karşı savunma pozisyonunu kuvvetlendirebilmek ve avantaj elde edebilmek adına Gürcistan’da yeni bir üs kurma girişimlerini sürdürmektedir. Diğer yandan Rusya, Donbas hattında Wagner ile yaşadığı gerginlik sonrası sahada yaşanan problemlerini henüz tam manasıyla çözebilmiş durumda değildir. Putin yönetimi sahada görev yapacak askeri personel temini sıkıntısı yaşarken silah ve mühimmat konusundaki tedarikini sağlayabilmek adına ise İran ve Kuzey Kore ile görüşmelerini sürdürmektedir. İki ülke arasında süregelen savaşın beraberinde getirdiği olumsuz sonuçlar gelinen aşamada yeni riskleri ve endişeleri de artırmaktadır. Özellikle de kış aylarının kapıya dayanmasıyla beraber savaşın ilk başladığı süreçte de olduğu gibi elektrik ve ulaşım gibi kritik altyapı hatlarına yapılabilecek saldırılara yönelik endişeler giderek yükselmektedir.

Bunlarla beraber iki ülke arasında yaşanan çatışmaların, tarafların liman ve donanma unsurlarına yönelik gerçekleştirdikleri saldırılar ve denize dökülen mayınların da oluşturduğu tehdit ile savaşın Karadeniz’e sıçraması riski de gündeme gelmiştir. Diğer taraftan ABD ve NATO’nun Karadeniz’de tedbir almak istemesi, bu yönde faaliyetler yürütmesi de gerilimi daha da tırmandıracak potansiyel oluşturmaktadır.

Denize dökülen 400’ün üzerinde mayının 17 tanesinin Türkiye kıyılarına ulaştığı bilinmekle beraber yine bu mayınların Karadeniz’de sondaj faaliyeti yürüten gemilerimize zarar vermesi riskine karşı Deniz Kuvvetlerimiz konuyla ilgili olarak gerekli tedbir ve uygulamaları titizlikle sürdürmektedir. Bu kapsamda ABD ve NATO’nun bu yönde tedbir almak istemesi gerilimi tırmandırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Kaldı ki Türkiye mevcut şartlar altında Karadeniz’in güvenliğini sağlayabilecek imkân, kabiliyet ve kudrete sahiptir.

Türkiye, savaşın henüz başında Montrö’yü devreye alarak boğazları kapatmış savaşın kapsamının genişlemesine engel olmuştur. Diğer yandan malum savaşın başlamasıyla beraber çözüm odaklı en somut adımlar da Türkiye aracılığında gerçekleşmiştir. Gerek tarafların resmi anlamda aynı masada bir araya getirilmesi (Antalya Diplomasi Formu, İstanbul Görüşmeleri) gerek enerji krizinin çözümünde tüm taraflarca kabul gören en güvenli rota oluşu gerekse de tahıl koridoru girişimine öncü olması; Türkiye’nin çözüm odaklı politikalarının tezahürü olmuştur. Her ne kadar Rusya, tahıl koridoru anlaşmasından çekilmiş olsa da Türkiye bu anlamdaki samimi gayretlerini sürdürmektedir.

Böylesi bir atmosferde Türkiye’nin Montrö’den kaynaklı irade ve egemenlik haklarının sorgulamaya kapalı olduğu ve Karadeniz’deki güvenliği sağlama anlamında hem en güvenilir ülke olduğu hem de imkân, kabiliyet ve kudretinin fazlasıyla yeterli olduğu tüm çevrelerce idrak edilmelidir.